hastasın ve hapistesin. hastalığının ne olduğunu öğrenmen haftalar, aylar sürüyor. yanlış teşhisler ömründen yılları eksiltiyor. adli tıptan rapor isteniyor, rapor vermek için muayene randevusu isteniyor, randevu aylar sonrasına veriliyor. ömrğn törpüleniyor. adli tıp çıksın dışarıda tedavi olsun diyor. nihayet yüzün gülecek. kurtulacaksın belki de.
sen öyle san.
adli tıp raporuyla tahliye olmak, sanırısın ki beraat etmek demek! zaten bu hasta mahpuslar, dışarıda tedavileri mümkün olur da ölmezlerse, iyileştiklerinde yine hapishaneye dönecekler.
dışarıda tedavi olabilmek için 6 aylık tahliye kararı almaya çalışıyoruz. bu kadar basit, bu kadar insani bir şey, uğraşıp didindiğimiz.
sonra infaz savcılığı, bu ağır hasta insanın hapishaneden çıkıp normal bir hatsanede normal bir insan gibi tedavi olmasını uygun bulmuyor. zira toplum güvenliğini tehdit edebilir, kolunu kaldıracak takatten yoksun bu insanlar.
ömrünü çalan bunca zaman kaybını, bunca hak ihlalini, kötü yasaları kötü uygulamalrı ve kötü insanları avrupa insan hakları mahkemesine şikayet edeceksin, bu ülkede olmasa bile fani dünyanın bir yerinde adaleti bulacaksın. türkiyenin bu uygulamalarının hatalı bulunması, buradan devletin ceza yemesi yüksek ihtimal. bağzı vatandaşlarımızın temel kaygılarından olduğu üzere devlet “bizim vergilerimiz”le kendi hatasının “bedelini” ödeyecek. mi? yok, o bedel yine bizim canımızdan gidecek. bu upuzun yolda yiten canlar geri gelmeyecek. geç gelen adalet adalet değil. geç gelen yaşam hakkı yaşatmıyor insanı. ve ailesini. tanışamadığı sevgilisini ve doğuramadığı çocuklarını.
sırada ne var? savcılığın, adli tıp raporuna rağmen hapisten çıkmana izin vermemesine itiraz edilecek. o itiraz sonuç vermezse anayasa mahkemesine bireysel başvuru yapılacak. fatih hilmioğlu için olduğu gibi. o da olmazsa, galiba artk o zaman “iç hukuk yolları” tükenmiş olacak.
avrupa insan hakları mahkemesi, ancak bir ülkedeki “iç hukuk yolları tükenince” bakıyor davalara. hukukun bu kadar yavaş işlediği türkiye için bu kuralı değiştirmeleri lazım aslında. kuraklıkta yağmur damlalarıyla bir gölü doldurmayı bekler gibi bekliyoruz mahkeme kararlarını, mahkeme tarihlerini, adli tıp randevularını, raporlarını. bu arada ölebileceğimizi biliyorsak eğer, adı “insan hakları mahkemesi” olan bir yer de “evet ölecek de olsan önce yağmur damlaları gelmeli” diyecekse, şu anda “cinayete teşebbüs” etmekte olanlarla aynı yerde duruyor demektir.
ergenekon “terör örgütü” üyeliğinden tutuklu yargılanan fatih hilmioğlu’nun , anayasa mahkemesine yapolan bireysel başvuru ile adli tıp kurumundan rapor istenmeden, olması gerektiği gibi hastane raporuyla tahliyesi hepimize umut verdi. aynı şekilde bireysel başvuru yapan ve sağlık durumu her gün ağırlaşan, hapishanede kendi kendine bakamayan, arkadaşları tarafından karşılanmaya çalışılan felçli Salih Tuğrul‘a ise tahliye yok. tehlikeliymiş bizim için. (Hatırlatma: toplum biziz. devlet halk için vardır.) Fatih Hilmioğlu gibi Hasan Kaçar da “terör örgütü” üyeliğinden içeride (18 yaşından beri, 12 yıldır). Kardeşleri onun bu vahim durumu karşısında bir çok zorluk içerisinde İstanbul’a gelip mücadele ederken bir taraftan da artık insanların kendilerine bu konu üzerinden baktıklarını görüyor ve bazen bunun beraberinde zorluk ve etikenmelere maruz kalıyor, “tehlikeli” sayılıyorlar. Ağabeyinin hasta bir mahpus olmasından dolayı kendisi de ayrımcılığa uğrayan kardeşi, “senin terör örgütün, benim terör örgütüm” mü var, diyor. İşte buna da devlet terörü deniyor herhalde. Canından devletin sorumlu olduğu insanların devlet mekanizması eliyle ve çarklarıyla göstere göstere öldürülmesi, nedir? Terör nedir, eğer bu değilse? (Hatırlatma: terör, batı dillerinde dehşet anlamındaki kelimeden gelir. terörist: dehşet verici eylemler yapan.)
Devletimizin hasta mahpuslara karşı tavrı karşısında dehşet içindeyiz.
Bir cevap yazın