Aynı sorumlu asker beni doktora götürünce doktora şöyle diyor ve gülüyordu: “Hocam şimdi siz bunun mesanesini aldığınızda aşağısı (erkeklik organı kastediliyor ) iptal olacak değil mi?” Doktor da “Aynen öyle” diyordu…
Cezaevlerindeki hastalara gönderdiğimiz sorulara, Taylan Çintay’ın 19 Temmuz 2012’de gönderdiği cevaplar:
Hazırlanan sorulara yanıt verebilirim. Ama gerçi önceki cevaplarım ve internette görülen şeyler zaten bunlara cevap niteliğinde. Ama yine de çok kısa üzerinden geçeceğim.
Cevapları şöyle sıralayabilirim.
- Bize kendinizi anlatır mısınız?
(Kendinizi istediğiniz gibi tanıtabilirsiniz, isterseniz yaşınızı, işinizi, cezaevine girmeden önce nerede, nasıl yaşadığınızı, ailenizi, neleri sevdiğinizi, umutlarınızı, hayallerinizi yazabilirsiniz.)
1976 Malatya doğumluyum. 1994 yaşanan savaş ve siyasi görüşlerim nedeniyle PKK’ye katıldım. 1998’de c.evine girdim. Yani toplamda 36 yaşındayım ama ömrümün yarısını (18 yılı) olağanüstü koşullarda yaşadım. Gerçi diğer yarısını da olağan yaşadığımı söyleyemem ama…
- Ne zamandır cezaevindesiniz? Eğer ceza aldıysanız cezanız ne kadar, almadıysanız kaç yıl ceza ile yargılanıyorsunuz?
1998’den beridir cezaevindeyim. Müebbet Ağır hapis alma durumundayım. 14 yıldır cezaevindeyim ve 16 yıl daha cezaevinde kalmam yasalarca öngörülüyor.
- Rahatsızlığınız nedir? Bugünlerde kendinizi nasıl hissediyorsunuz, sağlığınız nasıl?
Rahatsızlığım “Mesane Tümörü” yani “Mesane-Kanseri”. Şu an ve uzun bir zamandır kendimi endişeli hissediyorum. Çünkü vücudunuzda kanser tümörü var ve örneğin siz uyurken, okurken ya da şu anki gibi birilerine bir şey yazarken o vücudunuzu yok etmek için sürekli çalışıyor.
- Hasta olduğunuzu ne zaman, nasıl öğrendiniz?
Hastalığımın teşhisi 2009’da yapıldı.
- Cezaevinde revire çıkmakta, doktorla görüşmekte sıkıntınız oldu mu?
Ancak hastalığımın belirtileri ile teşhisi arasında en az bir yıl geçti. Defalarca revire ve hastaneye gittim. Her seferinde geçiştirilen ya da bilinçli olarak görmezden gelinen tavırlarla karşılaştım. Bu nedenle teşhis yapıldığında tümör oldukça büyümüş durumdaydı. [Taylan Çintay, Şubat 2010’da yazdığı, taylancintayahayat.wordpress.com‘da yayınlanan mektubunda bu süreci şöyle anlatmış: “Bu hastalığın belirtileriyle ilk kez 2008′in yaz aylarında karşılaştım. İdrarımda az miktarda da olsa kan gelmeye başlamıştı, özellikle idrar sonuna doğru. Cezaevi revirine gittim ve pek önemli birşey olmadığını (artık nasıl anladılarsa ) belirtip geri gönderdiler. Kan gelmeye devam edince yine gittim. Bana bu sefer oturdukları yerden “senin böbreklerinde kum var, bol su iç ” deyip geri gönderdiler. Ama kan gelmeler devam ediyordu ve giderek sıklaşıyordu. Birkaç defa daha revire gittiysem de ”psikolojik sorun yapıyorsun, birşeyin yok” denilerek geri gönderildim. Ancak benim israrım sonucu Antep Devlet Hastanesine gönderildim. Sözde tahliller yapıldı ve ultrason çekildi. “Birşeyin yok” deyip geri gönderdiler. Yanımdaki arkadaşların da baskısıyla yine dayatarak birçok kez Devlet Hastanesine gittim. Ama her seferinde biraz daha asabileşerek “Birşeyin yok işte” deyip geri gönderiyorlardı. ”Olsa olsa kum vardır” denilerek verilen kutu kutu ilaçları içmekten başka elimden birşey gelmiyordu.
Bu böyle aylarca sürdü. Ama kanamalar artık sıklaşıyor ve miktarı artıyordu, sonunda bir ara iki gün kesintisiz kan işedim. Ayrıca kanla birlikte yoğun miktarda pıhtı geliyordu. İplik şeklinde uzun ve bazan topak gibi pıhtılardı bunlar. Yine revire gittim, durumu anlattım. Bana bu sefer “Sende protein erimesi var” deyip yine kutu kutu ilaçlar verdiler. İsrar edince Devlet Hastanesine tekrar götürüldüm. Burada sözüm ona yine ultrason ve idrar tahlili yapıldı. “Birşeyin yok ” denilmesine rağmen yine kutu kutu antibiyotik ilaçlar verildi. Bu şekilde ben hastane yollarında ve kutu kutu ilaçlar içerek aylar geçirdim. Ama durum bir türlü düzelmiyordu. Bu şekilde bir yıl geçti. Hastaneye gittiğim bir gün artık dayanamayıp “Beni fakülteye götürün, ne varsa orda çıkar” dedim. İsteksiz de olsalar sonuçta sevk edildim. Oraya gidip tomografi çekilince mesanede 2.5 cm. büyüklüğünde bir kütlenin olduğu anlaşıldı. Bana sadece “ameliyat olacak” sözü iletildi. Ne için ve nasıl ameliyat olacağımı bilmiyordum. Revirciyi çağırıp israrla sorunca “Önemli birşey değilmiş, hemen hemen her erkekte görülebiliyormuş ” dediler.”]
- Hastaneye nasıl götürülüyorsunuz? Bu konuda bir sıkıntınız var mı? Örnek verebilir misiniz?
Hastaneye “Ring” denilen “cenaze arabaları” ile taşınıyoruz. Küçücük ve pis kokulu kapalı demir odalara tıkabasa doldurulup taşınıyoruz. Tedavi gerekçe gösterilerek şehirlerarası yolculukları dahi böyle yapıyoruz. Yine hastanelerde benzer ama bu sefer bazen odalarda tutuluyoruz. Sürekli kelepçeliyiz, sürekli onlarca asker tarafından kuşatılmış haldeyiz, sürekli havasız kirli ortamlardayız… [Taylan Çintay, verdiği bir röportajda ring araçlarını şöyle anlatmış: Cezaevinde bulunan tüm insanlara sorun, “cezaevini özledim” lafı ne zaman söylenir? İşte o enteresan araçlara yani ringlere binilince! 2,5 metrakarelik bir yerde sadece tahtadan altı sabit sandalye vardır. Buralara çoğu zaman tıka basa doldurulursunuz. Elleriniz kelepçelidir ve hareket bile edemezsiniz. Yerde ayların birikmiş kiri ve çöpü vardır. Üzerinize kapı kapatıldıktan sonra askerler kalabalık şekilde doluşurlar arabaya. O havasızlık ve koku yetmezmiş gibi bir de askerlerin içtiği sigara dumanına maruz kalırsınız. Yanınızdaki birileri ya da kendiniz kusarsınız. Ve bu haliyle saatlerce sallana sallana yolculuk yaparsınız. Bir de yazın sıcağına denk geldiniz mi… Yani anlatmakla hissedilmez. Ancak o araçlara uzun süre binenler söylediklerimi anlar. Sağlam insanların dayanamadığı bu araçlarda hasta insanlar sürekli yolculuk yapmak zorunda kalıyor. Bu yolculuklardan sonra mutlaka, öncesinden daha kötü bir durumda oluyorlar. Düşünün bu araçlarla insanlar yazın kavurucu sıcağında ya da kışın soğuğunda Diyarbakır’dan, Van’dan, Muş’tan İstanbul’lara falan gidip geliyorlar. Ben de sık sık yolculuk yapmaktan dolayı oldukça yıpranıyorum.]
- Hasta olduktan sonra cezaevi hayatı sizin için nasıl oldu? Örnek verebilir misiniz?
- Cezaevinde olduğunuz için hastalığınızın teşhis ve tedavisinde herhangi bir aksama oldu mu? (Dışarıda olsaydım bunlar başka türlü olurdu diyeceğiniz konular var mı?)
(-7 ve 8 ) Zaten Cezaevleri hasta olmayanları dahi yok eden bir sistemdir. Benim hastalığım da cezaevinde başladı. Yani hastalık yaratıcı koşulların toplamına c.evi diyebilirsiniz. Büyük yüksek duvarları, sürekli kilitli onlarca demir kapısı ve penceresi ile betondan kiprit kutuları burası. Örneğin şu an yaz mevsimindeyiz. Ve dışarıda 40 derece ise burada 50 derece oluyor. Kışın ise tersi. Dışarıda -10 ise içeride -20 olur.. Yemeklerin çoğunu çöpe dökmek gerekiyor. Yenilecek gibi değiller. Süreklileştirilen aşağılama, tecrit, stres… vb yanında tuvalet-banyo vb. temizlik olanakları kısıtlı… ve tüm bu koşullarda “cezaevinde tedavi görebilir” deniyor. Artık sonucun ne olacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Zaten devlet bunu bilerek yapıyor… “İdam” yasalarda kalkmış olabilir ama pratikte çok yaygın… Dışarıda olmanın avantajları yazmakla bitmez: kısaca sıralarsam: 1) Sevdiğin insanlar ve seni seven insanların desteğiyle hep yan yanasın. (-2-) Stresten, havasızlıktan, kötü beslenmekten, elverişsiz hijyen koşullarından… vb kurtuluyorsun -3-) Doktorunu, gideceğin hastaneyi, koşulları hatta gerekli tüm sağlık koşullarını belirleme şansın var. (-4-) Mahremini ihlal etmeden tedavi olabilirsin. Doktoruna rahatsızlığını istediğin gibi anlatabilirsin… Bunlar çokça sıralayabilirim…
- Doktor, hemşire gibi sağlık çalışanlarından, diğer görevlilerden olumsuz bir tavırla karşılaştınız mı?
Ben siyasi bir mahkumum. Ve defalarca hastanelerde her kademedeki sağlık çalışanının siyasi kimliğime, etnik kimliğime hakaretiyle karşılaştım. Bunlar belgelidir ve cereyan ettiği hastaneler bellidir.
[Söz ettiği bilgileri, taylancintayahayat sitesinden aktarıyoruz: “Ameliyat olacak ve birkaç gün orada kalıp gelecektim. Fakülteye gittiğimizde koridorda sonradan adının Ahmet Binnur ERBAĞCI olduğunu öğrendiğim bir doktorla karşılaştık. Doktor yüksek sesle askerelere ve gardiyana “Burada yer yok, geri götürün ” diyordu. Epey tartışmadan sonra beni alıp morg bölümüne götürdüler. Nöbet bekleyen askerler bile ürküyordu. Küfürler ediyorlardı. Bir an önce morgdan gitmek istiyorlardı. Saatlerce orada bekletildim. Kulağıma gelen haberlere göre Fakülte yönetimi hasta mahkum ve asker gören “müşterilerinin” rahatsız olmalarından endişeleniyorlarmış. Akşam saatlerine kadar morgda bekletildikten sonra ”ameliyat yapılmayacak” denilerek hastaneye geri getirildim. (Bu olay 2009 Haziranında yaşanmıştır. Bahsi geçen Fakülte Antep’teki Fakültedir.)
Yine günler geçmeye başladı. Bu geçen günler içersinde bir doktorun “sendeki %70 kanser tümörü” demesiyle şok oldum. Bu sefer “bari Devlet Hastanesinde ameliyat olayım, zaman geçmesin” dedim. Devlet Hastanesine götürüldüm. Saatlerce kirli, pis kokulu ve havasız odalarda tutuldum. Odada kelepçeler açılmıyordu. Saatler geçince sıkıştım ve sorumlu askere ve sorumlu askere tuvalete gideceğimi söyledim. Beni odadan çıkarttılar ama tuvalet ihtiyacımı karşılayacağımı söylememe rağmen kelepçeyi açmadılar. Bu şekilde tuvalet ihtiyacımı karşıyamayacağımı söyleyince ”Keyfin bilir ister yap, ister yapma” dediler. Aynı sorumlu asker beni doktora götürünce doktora şöyle diyor ve gülüyordu: “Hocam şimdi siz bunun mesanesini aldığınızda aşağısı (erkeklik organı kastediliyor ) iptal olacak değil mi?” Doktor da “Aynen öyle” diyordu. Tüm bu yaklaşımlar bana sağlıklı gelmedi ve orada ameliyat olmadım. Asker hakkında da suç duyurusunda bulundum. Yine Fakültedeki durum için de suç duyurusunda bulunmuştum. Her ikisi için de bana henüz herhangi bir sonuç bildirilmemiştir.
Dışarıda ailemin de uğraşlarıyla Adana’ya sevk edildim. F tipinde beni tek kişilik odaya koydular. Azarlamalarda ve hakaretlerde bulundular. 20 gün tek kişilik odada kaldıktan sonra Adana Balcalı Hastanesine yatırıldım. Burada da bir süre kaldım. Orası bilinen bir yerdir. Küçük bir odada 5 kişi kalıyorduk ve temizlik üstünkörü yapılıyordu. Yanımızdaki hastalar altlarına ediyordu ve kokudan içerisi berbat oluyordu. Pencereler kapalıydı ve tek bir bozuk klima vardı. O koşullarda ameliyat edildim. Tekrar F tipi cezaevine gönderildim. Orada eşyalarımı tek başıma taşıyarak üç kişilik bir odaya verildim. Orada bir süre kaldıktan sonra tekrar Antep’e getirildim. Ameliya üzerinden 2-3 ay geçince tekrar Antep’te kontrola gittim. Sözde tomografi çekildi ve ”tertemizsin” denildi. Ama 8 Aralık’ta Adana’ya götürülünce o tertemiz mesanede yine bir kitle görüldü. Adana’ya bu ikinci gidişimde haberlerde geçtiği üzere Balcalı Hastanesine değil Numune Hastanesine yatırıldım. 8 Aralıkta yatışım verildi. O dönem Tokat’ta bir eylem olmuştu ve hastane personelinde bana dönük saldırgan bir tutum seziliyordu. Beni hastanenin alt katında bir odaya koydular. Odada Garip A** adlı bir tutuklu da vardı. Saat 11 de o hastaneye yatırılmama rağmen bana öğle yemeği vermediler. Yanımdaki tutukluya yemek getirilmişti ama bana verilmiyordu. “Bari battaniye, nevresim verilsin” dedim, o da verilmedi. Akşam oldu, yanımdaki tutukluya yemek getirildi, bana öğlen verilmeyen yemek akşam da verilmedi. Kendime duyduğum saygı nedeniyle ses çıkarmadım. Battaniye ve nevresimi tekrar istedim, gece geç saatlerde ancak battaniye ve nevresim verildi. Ertesi gün yemek vermeye başladılar ama bu sefer de hiç kimse benimle ilgilenmedi. Önceki ameliyat deneyimimden biliyorum, günlük tansiyon, ateş, vb. ölçerlerdi, artık kimseler gelmiyordu. Fazla sorun etmedim. Cuma günü yani 21 Aralık ta ameliyata alındım. Ameliyat sonrasında bekletildiğim bölümde mensup olduğum harekete hakaretler eden ve bunu benim yanımda yapan personeller vardı. En son asker dayanamadı herhalde o müdahale etti. Sonra hastanenin alt katına eski yerime indirildim. Yatağa bırakıldığımda orada bir hemşire duruyordu. Beni azarlarcasına konuşmaya başladı. “Biz senin yanına refakatçi bırakmayacağız, ayrıca ben de senin yanına hiçbir hastabakıcı filan göndermeyeceğim, kendi işini kendin yapacaksın” dedi. “Ben nasıl yapayım yeni ameliyattan çıktım” deyince dönüp adli mahkuma “sen yap o zaman” dedi. Adli mahkum “ben yapamam” deyince ben araya girdim, neden böyle tavır sergilediğini sordum. “Telefonumu kapıda bırakıp sana bakmaya mecbur değilim” dedi. Onu şikayet edeceğimi söyledim. “İstediğin yere şikayet et” deyip çekip gitti. Takılı sondamı dahi ameliyatı yapan doktor değiştiriyordu. Zaten doktordan başka da kimseden insanca bir tavır görmedim.
Haftasonu olunca artık odadaki yemek artığı ve çöpler bile alınmaz oldu. Pazar günü yine ilginç şeyler olmaya başladı. Doğru dürüst kimseler gelmedi ve yine bana yemek verilmemeye başlandı. Yanımdaki adli tututkluya kahvaltı getirdiler, bana vermediler. Nöbetteki asker ise yanımdaki adli tutuklu çay isteyince ”Ben mehmetçiğe kurşun sıkmış adamın kaldığı yere çay vermem” demeye başladı. Oysa benim çay istediğim yoktu. Öğle oldu yine odadaki adli tutukluya yemek verilirken bana verilmedi. Bu sefer nöbeti değişen asker telefonla sorunca yemek getirdiler ama artık ben de patlama noktasına gelmiştim, sağlığım bana karşı onur kırıcı silaha dönüştürülüyordu. Ya sağlığım ya onurum söz konusuydu. Ben bu durumlar üzerine tavır aldım. ”Sizin hiçbir yiyeceğinizi almayacağım ve tedaviyi de kabul etmeyeceğim” diyerek yemek yememeye başladım. Bu durum iki gün sürdü ve bitkin halde F tipine getirildim. Orada ise giriş yerinde bir baş gardiyan beni zorla soymaya çalıştı ve elbiselerime saldırdı, fiziki güç de kullandı. Sonra beni tek kişilik odaya attılar. 1,5 aya yakın oarada tutuldum. Defalarca üçlü oda istesem de vermediler ve beni Antep’e gönderdiler.]
- Hasta haklarını biliyor musunuz? Haklarınızı kullanabiliyor musunuz?
Hasta haklarını tam bildiğimi söyleyemem. Ama sürekli bir manga askerle her yere birlikte giden biri için “Hasta hakları” demek lüks olur. Sıradan insani haklarımın tanınmadığı bir yerde, bir de “hasta hakları” için bir şeyler istemek trajikomik sahnelere vesile olacaktır.
- Hastalığınız konusunda size nasıl bilgi veriliyor? Bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi anlatır mısınız?
Biz sürekli bir “paket”iz. Kollarımızın altından askerler tutar ve önümüz arkamız askerdir. Doktorun odasına “sürü” olarak gireriz. Doktor çoğu zaman yüzüne bakmadan dosyayı karıştırır ve hızla başından atar.. Çoğu zaman doktorun ne dediğini c.evi idaresine sorarak öğreniriz. Böylesi koşullarda ne bilgisi, ne duygusu…
- Adalet Bakanlığı, Türkiye’nin her yerindeki, durumu ciddi olan hastaların İstanbul Metris Cezaevi’nde yeni kurulan “hastane cezaevi”ne nakletmeyi ve burada tedavi edilmelerini düşünüyor. Bu konuda siz ne dersiniz? Hastane cezaevinde tedavi olmak ister misiniz? Neden?
Adalet bakanlığının bu projesi tam bir Şark kurnazlığı ile insani olan her şeyin aşağılanmasının harmanlanmasıdır. “Hastane cezaevi” denilen şey ile yapılacak şey, tam bir tecrit olacaktır. Akli dengesi yerinde olmayanlar gibi hastanede, sürekli hasta elbiseleri ve rolleriyle duracaksındır.. Adalet bakanlığı burada neyi amaçlıyor.. Asıl amaç kimseyi uyandırmadan buradaki insanların devlete zarar vermeden ölmelerini sağlamak. Çünkü tam bir tecritte tutacak, ilişkilerini koparacak, ailenden koparacak, arkadaşlarından koparacak, kitaplardan koparacak… Seni sessizce öldürecek… Amaç bu. Başka bir şey değil..
- 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16.maddesi ‘Hapis Cezasının İnfazının Hastalık Nedeni ile Ertelenmesi’ başlığını taşır. Bu maddenin 2. fıkrası ve Hapis Cezasının Ertelenmesi Hakkında Genelge’ye göre; “Diğer hastalıklarda(kanser hastaları gibi) cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı,mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.” Bu düzenlemeden yaralanabilmek için bir geri bırakma kararı gerekmektedir. Bu karar, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Anılan düzenlemeden açıkça anlaşıldığı üzere, geri bırakma kararına ilişkin olarak sorumluluk Adli Tıp Kurumundadır. Kurumun raporu sonucu, hükümlünün infazının ertelenmesine veya ertelenmemesine karar verilecektir.
Bu yasa maddesinden haberiniz var mıydı? Bu konuda bir başvuruda bulundunuz mu, bulunduysanız sonuç ne oldu?
Bu ülkede yasalardan “don lastiği” üretilseydi her bedene göre don üretilebilirdi. Yani tek çeşit don yapılırdı herkese uyardı. Belki biraz ayıp ifadeler ama hiçbirşey bu yasaları yapan ve uygulayan zihniyet kadar ayıplı olanaz… Adli Tıp Kurumu bir çok insanlık suçu işlemiştir ve uluslararası mahkemelerde tüm üyeleriyle yargılanmalıdır. Onlarca insana “cezaevinde tedavi olabilir” dedikten sonra o insanlar ölmüştür. Cezaevlerinde ölmüştür. Özellikle Kürt ve Siyasi mahkumlara dönük bilinçlice bu politikayı izlemiştir. Hitlerin doktorları onların bedeninde can bulmuştur. O beyaz gömlekleri işledikleri aşağılık suçların karasını çıkarmayacak! Katili oldukları onlarca arkadaşımı sayabilirim… Dolayısıyla belirttiğiniz yasanın bize dönük pozitif uygulaması olmamıştır.
- Sizce hasta mahpuslar için neler yapılabilir? Devlet ve hapishane idareleri neler yapabilir? Sivil toplum kuruluşları ne yapmalı?
Ben Devlet’in c.evi politikasında, özellikle siyasi ve Kürt mahkumlara dönük olarak amacının ne olduğunu uzun uzun yazabilirim. “Düşman” hukuku işletmenin ötesinde “terör” yöntemi ile yokediyor… Bu nedenle devletten bir beklentim yok. Duyarlı insanların gönül birlikteliği daha önemli. Bu gönül birlikteliği geliştikçe devlet de adım atmak zorunda kalır. Yoksa devletin kendi başına atacağı hiçbir insani adımı olamaz.
- Bunların dışında söylemek istediğiniz şeyler varsa lütfen yazın.
İlginizden dolayı teşekkür ediyor ve hızla yazmamdan kaynaklı eksikliklerden dolayı özür diliyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Taylan ÇİNTAY
3 Pingbacks