Aynı  sorumlu  asker  beni  doktora götürünce  doktora  şöyle  diyor  ve  gülüyordu: “Hocam  şimdi  siz bunun  mesanesini  aldığınızda  aşağısı (erkeklik organı kastediliyor )  iptal  olacak  değil  mi?” Doktor da  “Aynen  öyle”  diyordu…  

Cezaevlerindeki hastalara gönderdiğimiz sorulara, Taylan Çintay’ın 19 Temmuz 2012’de gönderdiği cevaplar:

Hazırlanan sorulara yanıt verebilirim. Ama gerçi önceki cevaplarım ve internette görülen şeyler zaten bunlara cevap niteliğinde. Ama yine de çok kısa üzerinden geçeceğim.

Cevapları şöyle sıralayabilirim.

  1. Bize kendinizi anlatır mısınız?

(Kendinizi istediğiniz gibi tanıtabilirsiniz, isterseniz yaşınızı, işinizi, cezaevine girmeden önce nerede, nasıl yaşadığınızı, ailenizi, neleri sevdiğinizi, umutlarınızı, hayallerinizi yazabilirsiniz.)

1976 Malatya doğumluyum. 1994 yaşanan savaş ve siyasi görüşlerim nedeniyle PKK’ye katıldım. 1998’de c.evine girdim. Yani toplamda 36 yaşındayım ama ömrümün yarısını (18 yılı) olağanüstü koşullarda yaşadım. Gerçi diğer yarısını da olağan yaşadığımı söyleyemem ama…

  1. Ne zamandır cezaevindesiniz? Eğer ceza aldıysanız cezanız ne kadar, almadıysanız kaç yıl ceza ile yargılanıyorsunuz?

1998’den beridir cezaevindeyim. Müebbet Ağır hapis alma durumundayım. 14 yıldır cezaevindeyim ve 16 yıl daha cezaevinde kalmam yasalarca öngörülüyor.

  1. Rahatsızlığınız nedir? Bugünlerde kendinizi nasıl hissediyorsunuz, sağlığınız nasıl?

Rahatsızlığım “Mesane Tümörü” yani “Mesane-Kanseri”. Şu an ve uzun bir zamandır kendimi endişeli hissediyorum. Çünkü vücudunuzda kanser tümörü var ve örneğin siz uyurken, okurken ya da şu anki gibi birilerine bir şey yazarken o vücudunuzu yok etmek için sürekli çalışıyor.

  1. Hasta olduğunuzu ne zaman, nasıl öğrendiniz?

Hastalığımın teşhisi 2009’da yapıldı.

  1. Cezaevinde revire çıkmakta, doktorla görüşmekte sıkıntınız oldu mu?

Ancak hastalığımın belirtileri ile teşhisi arasında en az bir yıl geçti. Defalarca revire ve hastaneye gittim. Her seferinde geçiştirilen ya da bilinçli olarak görmezden gelinen tavırlarla karşılaştım. Bu nedenle teşhis yapıldığında tümör oldukça büyümüş durumdaydı. [Taylan Çintay, Şubat 2010’da yazdığı, taylancintayahayat.wordpress.com‘da yayınlanan mektubunda bu süreci şöyle anlatmış: “Bu  hastalığın belirtileriyle ilk kez 2008′in yaz aylarında karşılaştım. İdrarımda  az miktarda da olsa kan gelmeye  başlamıştı, özellikle  idrar sonuna doğru. Cezaevi  revirine gittim ve  pek önemli birşey olmadığını  (artık nasıl anladılarsa ) belirtip geri gönderdiler. Kan gelmeye devam  edince  yine  gittim.  Bana  bu sefer oturdukları  yerden “senin  böbreklerinde  kum var, bol  su iç ” deyip  geri  gönderdiler. Ama  kan gelmeler devam ediyordu  ve giderek  sıklaşıyordu. Birkaç  defa daha revire  gittiysem de ”psikolojik  sorun yapıyorsun, birşeyin yok” denilerek  geri gönderildim.  Ancak  benim  israrım sonucu  Antep  Devlet Hastanesine gönderildim. Sözde tahliller  yapıldı  ve  ultrason çekildi.  “Birşeyin yok” deyip  geri  gönderdiler. Yanımdaki  arkadaşların da baskısıyla  yine  dayatarak  birçok  kez  Devlet  Hastanesine  gittim.  Ama  her  seferinde  biraz  daha  asabileşerek  “Birşeyin  yok işte”  deyip  geri  gönderiyorlardı. ”Olsa olsa  kum  vardır” denilerek  verilen  kutu  kutu  ilaçları  içmekten  başka  elimden birşey  gelmiyordu.

Bu  böyle  aylarca  sürdü.  Ama  kanamalar  artık sıklaşıyor  ve  miktarı  artıyordu,  sonunda  bir  ara  iki  gün kesintisiz kan  işedim. Ayrıca  kanla  birlikte  yoğun  miktarda pıhtı  geliyordu.  İplik  şeklinde  uzun  ve bazan  topak  gibi pıhtılardı bunlar.  Yine  revire  gittim,  durumu  anlattım.  Bana bu  sefer  “Sende  protein  erimesi  var”  deyip  yine  kutu  kutu ilaçlar  verdiler. İsrar  edince  Devlet  Hastanesine  tekrar götürüldüm.  Burada  sözüm  ona  yine  ultrason  ve idrar tahlili yapıldı.  “Birşeyin  yok ”  denilmesine  rağmen  yine  kutu  kutu antibiyotik  ilaçlar  verildi.  Bu  şekilde  ben  hastane yollarında ve  kutu  kutu  ilaçlar  içerek  aylar  geçirdim.  Ama  durum  bir türlü  düzelmiyordu.  Bu  şekilde  bir  yıl  geçti. Hastaneye gittiğim  bir  gün  artık  dayanamayıp  “Beni  fakülteye  götürün, ne  varsa  orda  çıkar” dedim.  İsteksiz  de olsalar  sonuçta sevk  edildim.  Oraya  gidip  tomografi  çekilince  mesanede  2.5 cm. büyüklüğünde  bir  kütlenin  olduğu  anlaşıldı. Bana sadece “ameliyat  olacak”  sözü  iletildi. Ne  için  ve  nasıl  ameliyat  olacağımı  bilmiyordum.  Revirciyi  çağırıp  israrla  sorunca “Önemli  birşey  değilmiş,  hemen  hemen  her  erkekte görülebiliyormuş ”  dediler.”]

  1. Hastaneye nasıl götürülüyorsunuz? Bu konuda bir sıkıntınız var mı? Örnek verebilir misiniz?

Hastaneye “Ring” denilen “cenaze arabaları” ile taşınıyoruz. Küçücük ve pis kokulu kapalı demir odalara tıkabasa doldurulup taşınıyoruz. Tedavi gerekçe gösterilerek şehirlerarası yolculukları dahi böyle yapıyoruz. Yine hastanelerde benzer ama bu sefer bazen odalarda tutuluyoruz. Sürekli kelepçeliyiz, sürekli onlarca asker tarafından kuşatılmış haldeyiz, sürekli havasız kirli ortamlardayız… [Taylan Çintay, verdiği bir röportajda ring araçlarını şöyle anlatmış: Cezaevinde bulunan tüm insanlara sorun, “cezaevini özledim” lafı ne zaman söylenir? İşte o enteresan araçlara yani ringlere binilince! 2,5 metrakarelik bir yerde sadece tahtadan altı sabit sandalye vardır. Buralara çoğu zaman tıka basa doldurulursunuz. Elleriniz kelepçelidir ve hareket bile edemezsiniz. Yerde ayların birikmiş kiri ve çöpü vardır. Üzerinize kapı kapatıldıktan sonra askerler kalabalık şekilde doluşurlar arabaya. O havasızlık ve koku yetmezmiş gibi bir de askerlerin içtiği sigara dumanına maruz kalırsınız. Yanınızdaki birileri ya da kendiniz kusarsınız. Ve bu haliyle saatlerce sallana sallana yolculuk yaparsınız. Bir de yazın sıcağına denk geldiniz mi… Yani anlatmakla hissedilmez. Ancak o araçlara uzun süre binenler söylediklerimi anlar. Sağlam insanların dayanamadığı bu araçlarda hasta insanlar sürekli yolculuk yapmak zorunda kalıyor. Bu yolculuklardan sonra mutlaka, öncesinden daha kötü bir durumda oluyorlar. Düşünün bu araçlarla insanlar yazın kavurucu sıcağında ya da kışın soğuğunda Diyarbakır’dan, Van’dan, Muş’tan İstanbul’lara falan gidip geliyorlar. Ben de sık sık yolculuk yapmaktan dolayı oldukça yıpranıyorum.]

  1. Hasta olduktan sonra cezaevi hayatı sizin için nasıl oldu? Örnek verebilir misiniz?
  2. Cezaevinde olduğunuz için hastalığınızın teşhis ve tedavisinde herhangi bir aksama oldu mu? (Dışarıda olsaydım bunlar başka türlü olurdu diyeceğiniz konular var mı?)

(-7 ve 8 ) Zaten Cezaevleri hasta olmayanları dahi yok eden bir sistemdir. Benim hastalığım da cezaevinde başladı. Yani hastalık yaratıcı koşulların toplamına c.evi diyebilirsiniz. Büyük yüksek duvarları, sürekli kilitli onlarca demir kapısı ve penceresi ile betondan kiprit kutuları burası. Örneğin şu an yaz mevsimindeyiz. Ve dışarıda 40 derece ise burada 50 derece oluyor. Kışın ise tersi. Dışarıda -10 ise içeride -20 olur.. Yemeklerin çoğunu çöpe dökmek gerekiyor. Yenilecek gibi değiller. Süreklileştirilen aşağılama, tecrit, stres… vb yanında tuvalet-banyo vb. temizlik olanakları kısıtlı… ve tüm bu koşullarda “cezaevinde tedavi görebilir” deniyor. Artık sonucun ne olacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Zaten devlet bunu bilerek yapıyor… “İdam” yasalarda kalkmış olabilir ama pratikte çok yaygın… Dışarıda olmanın avantajları yazmakla bitmez: kısaca sıralarsam: 1) Sevdiğin insanlar ve seni seven insanların desteğiyle hep yan yanasın. (-2-) Stresten, havasızlıktan, kötü beslenmekten, elverişsiz hijyen koşullarından… vb kurtuluyorsun -3-) Doktorunu, gideceğin hastaneyi, koşulları hatta gerekli tüm sağlık koşullarını belirleme şansın var. (-4-) Mahremini ihlal etmeden tedavi olabilirsin. Doktoruna rahatsızlığını istediğin gibi anlatabilirsin… Bunlar çokça sıralayabilirim…

  1. Doktor, hemşire gibi sağlık çalışanlarından, diğer görevlilerden olumsuz bir tavırla karşılaştınız mı?

Ben siyasi bir mahkumum. Ve defalarca hastanelerde her kademedeki sağlık çalışanının siyasi kimliğime, etnik kimliğime hakaretiyle karşılaştım. Bunlar belgelidir ve cereyan ettiği hastaneler bellidir.

[Söz ettiği bilgileri, taylancintayahayat sitesinden aktarıyoruz:  “Ameliyat  olacak  ve  birkaç gün orada  kalıp  gelecektim.  Fakülteye  gittiğimizde  koridorda sonradan  adının Ahmet  Binnur  ERBAĞCI  olduğunu öğrendiğim  bir doktorla  karşılaştık.  Doktor  yüksek  sesle  askerelere  ve gardiyana  “Burada  yer  yok,  geri  götürün  ” diyordu.  Epey tartışmadan  sonra  beni  alıp  morg  bölümüne  götürdüler.  Nöbet bekleyen  askerler  bile  ürküyordu. Küfürler  ediyorlardı.  Bir  an önce  morgdan  gitmek  istiyorlardı.  Saatlerce  orada  bekletildim. Kulağıma  gelen haberlere  göre  Fakülte  yönetimi  hasta  mahkum  ve asker  gören  “müşterilerinin”  rahatsız  olmalarından endişeleniyorlarmış.  Akşam  saatlerine  kadar  morgda  bekletildikten sonra  ”ameliyat  yapılmayacak”  denilerek hastaneye  geri getirildim.  (Bu  olay  2009  Haziranında  yaşanmıştır.  Bahsi  geçen Fakülte  Antep’teki  Fakültedir.)

Yine  günler  geçmeye başladı.  Bu  geçen  günler  içersinde  bir doktorun “sendeki  %70  kanser  tümörü” demesiyle  şok  oldum.  Bu sefer “bari  Devlet  Hastanesinde  ameliyat  olayım,  zaman geçmesin”  dedim.  Devlet  Hastanesine  götürüldüm.  Saatlerce kirli,  pis  kokulu  ve  havasız  odalarda  tutuldum.  Odada kelepçeler  açılmıyordu.  Saatler geçince  sıkıştım  ve  sorumlu askere  ve  sorumlu  askere  tuvalete  gideceğimi  söyledim.  Beni odadan  çıkarttılar  ama  tuvalet  ihtiyacımı  karşılayacağımı söylememe  rağmen  kelepçeyi  açmadılar.  Bu  şekilde  tuvalet ihtiyacımı  karşıyamayacağımı  söyleyince  ”Keyfin  bilir  ister yap,  ister  yapma”  dediler.  Aynı  sorumlu  asker  beni  doktora götürünce  doktora  şöyle  diyor  ve  gülüyordu: “Hocam  şimdi  siz bunun  mesanesini  aldığınızda  aşağısı (erkeklik organı kastediliyor )  iptal  olacak  değil  mi?” Doktor da  “Aynen  öyle”  diyordu.  Tüm  bu  yaklaşımlar  bana  sağlıklı gelmedi  ve  orada  ameliyat  olmadım.  Asker  hakkında  da  suç  duyurusunda  bulundum. Yine  Fakültedeki  durum  için de  suç  duyurusunda  bulunmuştum. Her  ikisi  için de  bana  henüz  herhangi bir  sonuç bildirilmemiştir.

Dışarıda  ailemin  de  uğraşlarıyla  Adana’ya  sevk  edildim.  F tipinde  beni  tek  kişilik  odaya  koydular.  Azarlamalarda ve hakaretlerde  bulundular. 20  gün  tek  kişilik  odada  kaldıktan sonra  Adana  Balcalı  Hastanesine  yatırıldım.  Burada  da bir  süre kaldım.  Orası  bilinen  bir  yerdir.  Küçük  bir  odada  5  kişi kalıyorduk  ve  temizlik  üstünkörü  yapılıyordu. Yanımızdaki hastalar  altlarına  ediyordu  ve  kokudan  içerisi  berbat  oluyordu. Pencereler  kapalıydı  ve  tek  bir  bozuk klima  vardı. O koşullarda  ameliyat  edildim.  Tekrar  F  tipi  cezaevine gönderildim.  Orada  eşyalarımı  tek  başıma taşıyarak  üç  kişilik bir  odaya  verildim.  Orada  bir  süre  kaldıktan  sonra  tekrar Antep’e  getirildim.  Ameliya üzerinden 2-3  ay geçince  tekrar Antep’te  kontrola  gittim. Sözde  tomografi  çekildi  ve ”tertemizsin”  denildi.  Ama 8  Aralık’ta Adana’ya  götürülünce o tertemiz  mesanede  yine  bir  kitle  görüldü. Adana’ya  bu  ikinci  gidişimde  haberlerde geçtiği üzere  Balcalı Hastanesine değil  Numune Hastanesine  yatırıldım. 8 Aralıkta yatışım verildi.  O  dönem  Tokat’ta bir eylem olmuştu  ve  hastane personelinde  bana  dönük  saldırgan  bir  tutum  seziliyordu. Beni hastanenin  alt  katında  bir  odaya koydular.  Odada  Garip  A** adlı  bir  tutuklu  da  vardı. Saat 11 de  o  hastaneye  yatırılmama rağmen  bana  öğle yemeği vermediler. Yanımdaki  tutukluya yemek getirilmişti  ama  bana  verilmiyordu. “Bari  battaniye,  nevresim verilsin” dedim,  o  da verilmedi. Akşam  oldu, yanımdaki  tutukluya yemek  getirildi, bana  öğlen  verilmeyen  yemek  akşam  da verilmedi. Kendime  duyduğum  saygı  nedeniyle  ses  çıkarmadım. Battaniye  ve  nevresimi  tekrar  istedim, gece  geç saatlerde  ancak battaniye  ve  nevresim  verildi. Ertesi  gün  yemek  vermeye başladılar  ama  bu  sefer  de  hiç  kimse benimle  ilgilenmedi. Önceki  ameliyat  deneyimimden biliyorum, günlük  tansiyon,  ateş, vb. ölçerlerdi, artık  kimseler gelmiyordu. Fazla  sorun  etmedim. Cuma günü  yani  21  Aralık ta  ameliyata  alındım. Ameliyat  sonrasında bekletildiğim  bölümde  mensup  olduğum  harekete  hakaretler  eden ve  bunu  benim  yanımda  yapan  personeller vardı. En  son  asker dayanamadı  herhalde  o  müdahale  etti. Sonra  hastanenin  alt katına  eski  yerime  indirildim. Yatağa  bırakıldığımda  orada  bir hemşire  duruyordu. Beni  azarlarcasına  konuşmaya  başladı. “Biz senin  yanına  refakatçi  bırakmayacağız, ayrıca  ben  de  senin yanına hiçbir  hastabakıcı  filan  göndermeyeceğim,  kendi işini kendin  yapacaksın” dedi. “Ben  nasıl  yapayım  yeni  ameliyattan çıktım” deyince dönüp  adli  mahkuma  “sen  yap  o  zaman”  dedi. Adli  mahkum  “ben  yapamam”  deyince  ben  araya  girdim,  neden böyle  tavır  sergilediğini sordum. “Telefonumu  kapıda  bırakıp sana  bakmaya  mecbur  değilim” dedi. Onu  şikayet  edeceğimi söyledim. “İstediğin  yere  şikayet  et” deyip  çekip  gitti. Takılı  sondamı  dahi  ameliyatı  yapan  doktor  değiştiriyordu.  Zaten doktordan  başka  da kimseden  insanca  bir  tavır  görmedim.

Haftasonu  olunca  artık  odadaki  yemek  artığı  ve  çöpler bile alınmaz  oldu.  Pazar  günü  yine  ilginç  şeyler  olmaya başladı. Doğru dürüst  kimseler  gelmedi ve  yine  bana  yemek  verilmemeye başlandı. Yanımdaki  adli  tututkluya kahvaltı  getirdiler,  bana vermediler. Nöbetteki  asker  ise  yanımdaki  adli  tutuklu  çay isteyince ”Ben mehmetçiğe kurşun  sıkmış  adamın  kaldığı  yere  çay vermem” demeye  başladı. Oysa  benim  çay  istediğim  yoktu. Öğle oldu yine odadaki  adli  tutukluya  yemek  verilirken  bana verilmedi. Bu  sefer  nöbeti  değişen  asker  telefonla  sorunca yemek getirdiler  ama  artık  ben  de  patlama  noktasına gelmiştim, sağlığım  bana  karşı  onur  kırıcı  silaha dönüştürülüyordu. Ya  sağlığım  ya  onurum  söz  konusuydu. Ben  bu durumlar  üzerine  tavır  aldım. ”Sizin  hiçbir  yiyeceğinizi almayacağım ve  tedaviyi  de  kabul  etmeyeceğim”  diyerek  yemek yememeye  başladım. Bu  durum  iki  gün  sürdü  ve  bitkin  halde  F tipine  getirildim. Orada  ise  giriş  yerinde  bir  baş gardiyan beni  zorla  soymaya  çalıştı ve  elbiselerime  saldırdı, fiziki güç  de  kullandı. Sonra  beni  tek  kişilik  odaya  attılar. 1,5  aya yakın  oarada  tutuldum. Defalarca  üçlü  oda  istesem  de vermediler  ve  beni  Antep’e  gönderdiler.]

  1. Hasta haklarını biliyor musunuz? Haklarınızı kullanabiliyor musunuz?

Hasta haklarını tam bildiğimi söyleyemem. Ama sürekli bir manga askerle her yere birlikte giden biri için “Hasta hakları” demek lüks olur. Sıradan insani haklarımın tanınmadığı bir yerde, bir de “hasta hakları” için bir şeyler istemek trajikomik sahnelere vesile olacaktır.

  1. Hastalığınız konusunda size nasıl bilgi veriliyor? Bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi anlatır mısınız?

Biz sürekli bir “paket”iz. Kollarımızın altından askerler tutar ve önümüz arkamız askerdir. Doktorun odasına “sürü” olarak gireriz. Doktor çoğu zaman yüzüne bakmadan dosyayı karıştırır ve hızla başından atar.. Çoğu zaman doktorun ne dediğini c.evi idaresine sorarak öğreniriz. Böylesi koşullarda ne bilgisi, ne duygusu…

  1. Adalet Bakanlığı, Türkiye’nin her yerindeki, durumu ciddi olan hastaların İstanbul Metris Cezaevi’nde yeni kurulan “hastane cezaevi”ne nakletmeyi ve burada tedavi edilmelerini düşünüyor. Bu konuda siz ne dersiniz? Hastane cezaevinde tedavi olmak ister misiniz? Neden?

Adalet bakanlığının bu projesi tam bir Şark kurnazlığı ile insani olan her şeyin aşağılanmasının harmanlanmasıdır. “Hastane cezaevi” denilen şey ile yapılacak şey, tam bir tecrit olacaktır. Akli dengesi yerinde olmayanlar gibi hastanede, sürekli hasta elbiseleri ve rolleriyle duracaksındır.. Adalet bakanlığı burada neyi amaçlıyor.. Asıl amaç kimseyi uyandırmadan buradaki insanların devlete zarar vermeden ölmelerini sağlamak. Çünkü tam bir tecritte tutacak, ilişkilerini koparacak, ailenden koparacak, arkadaşlarından koparacak, kitaplardan koparacak… Seni sessizce öldürecek… Amaç bu. Başka bir şey değil..

  1. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16.maddesi ‘Hapis Cezasının İnfazının Hastalık Nedeni ile Ertelenmesi’ başlığını taşır. Bu maddenin 2. fıkrası ve Hapis Cezasının Ertelenmesi Hakkında Genelge’ye göre; “Diğer hastalıklarda(kanser hastaları gibi) cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı,mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.” Bu düzenlemeden yaralanabilmek için bir geri bırakma kararı gerekmektedir. Bu karar, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Anılan düzenlemeden açıkça anlaşıldığı üzere, geri bırakma kararına ilişkin olarak sorumluluk Adli Tıp Kurumundadır. Kurumun raporu sonucu, hükümlünün infazının ertelenmesine veya ertelenmemesine karar verilecektir.

Bu yasa maddesinden haberiniz var mıydı? Bu konuda bir başvuruda bulundunuz mu, bulunduysanız sonuç ne oldu?

Bu ülkede yasalardan “don lastiği” üretilseydi her bedene göre don üretilebilirdi. Yani tek çeşit don yapılırdı herkese uyardı. Belki biraz ayıp ifadeler ama hiçbirşey bu yasaları yapan ve uygulayan zihniyet kadar ayıplı olanaz… Adli Tıp Kurumu bir çok insanlık suçu işlemiştir ve uluslararası mahkemelerde tüm üyeleriyle yargılanmalıdır. Onlarca insana “cezaevinde tedavi olabilir” dedikten sonra o insanlar ölmüştür. Cezaevlerinde ölmüştür. Özellikle Kürt ve Siyasi mahkumlara dönük bilinçlice bu politikayı izlemiştir. Hitlerin doktorları onların bedeninde can bulmuştur. O beyaz gömlekleri işledikleri aşağılık suçların karasını çıkarmayacak! Katili oldukları onlarca arkadaşımı sayabilirim… Dolayısıyla belirttiğiniz yasanın bize dönük pozitif uygulaması olmamıştır.

  1. Sizce hasta mahpuslar için neler yapılabilir? Devlet ve hapishane idareleri neler yapabilir? Sivil toplum kuruluşları ne yapmalı?

Ben Devlet’in c.evi politikasında, özellikle siyasi ve Kürt mahkumlara dönük olarak amacının ne olduğunu uzun uzun yazabilirim. “Düşman” hukuku işletmenin ötesinde “terör” yöntemi ile yokediyor… Bu nedenle devletten bir beklentim yok. Duyarlı insanların gönül birlikteliği daha önemli. Bu gönül birlikteliği geliştikçe devlet de adım atmak zorunda kalır. Yoksa devletin kendi başına atacağı hiçbir insani adımı olamaz.

  1. Bunların dışında söylemek istediğiniz şeyler varsa lütfen yazın.

İlginizden dolayı teşekkür ediyor ve hızla yazmamdan kaynaklı eksikliklerden dolayı özür diliyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Taylan ÇİNTAY

Paylaş