Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan ve tutulduğu Denizli D Tipi Kapalı Cezaevi’nde ağır hasta olan Hayati Kaytan, cezaevi arkadaşlarıyla yaptığı röportajda,
22:11

cezaevlerine ve özelde hasta tutsakların sorunlarına duyarlılık konusunda devlet yaklaşımının değişim göstermesi gerektiğini belirterek, mevcut politikanın ağır hasta tutsaklara vaat ettiği tek şeyin ölüm olduğunu söyledi. “Cezaevi’nde ölümcül bir hastalığın varsa eğer son nokta ölüm oluyor” diyen Kaytan, Türkiye’de kamuoyunda bu konuda yeterli bir duyarlılığın olmadığını ifade etti.

Türkiye’de cezaevlerinde kalan hasta tutukluların yaşadıkları sağlık sorunları kangren haline dönüştü. Birçok hastalığı bulunan ve tedavi olması gereken hasta tutuklu ve hükümlülerin önünde bulunan engellere ilişkin herhangi bir adım atılmıyor. 2003 yılından beri Türkiye cezaevlerinde bulunan, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan ve Denizli D Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalan ağır hasta Hayati Kaytan, cezaevlerine ve özelde hasa tutsakların sorunlarına duyarlılık konusunda devlet yaklaşımının değişim göstermesi gerektiğini belirterek, mevcut politikanın ağır hasta tutsaklara vaat ettiği tek şeyin ölüm olduğunu söyledi. “Cezaevi’nde ölümcül bir hastalığın varsa eğer son nokta ölüm oluyor” diyen Kaytan, Türkiye’de kamuoyunda bu konuda yeterli bir duyarlılığın olmadığını ifade etti. Kaytan ile aynı cezaevinde kalan tutsakların, Kaytan’la gerçekleştirdikleri ve DİHA’ya gönderiği röportajı yayınlıyoruz.

* Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

İsmim Hayati Kaytan, 1968 yılında Dersim’in Hengirvan Köyü’nde doğdum. 1989 yılının Mayıs ayında bir grup arkadaşımla İnönü Üniversitesi’nde özgürlük hareketine katıldım. Bazı sağlık sorunlarımdan dolayı 1999 yılında Avrupa’ya gittim. 2003 yılında Irak’a gitmek isterken Suriye Qamışlo Kenti’nde yakalandım. 13 Ağustos 2003 yılında bir grup arkadaşımla beraber kirli pazarlıkların sonucu olarak Türkiye’ye teslim edildim.

* Ne zamandan beri cezaevindesiniz? Hukuki durumunuz nedir?

13 Ağustos 2012 tarihinde cezaevinde 9’uncu yılımı bırakarak, 10’uncı yılıma gireceğim. Erzurum DGM’de yargılandım. Davam sonuçlanmadan DGM’ler kaldırıldı ve yargılanmam Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edildi. Ve davam karara bağlandı. Yargılamanın sonucunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldım. 1 Haziran 2005 tarihinden bu yana ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının hükümlerine tabiyim.

* Hastalığınız ne zaman başladı? Teşhis ve tedavide ne gibi sorunlar yaşadınız?

Cezaevine girmeden evvel bazı fiziksel rahatsızlıklarım vardı. Sağ elim yaralanmadan dolayı sakat ve elimde önemli oranda duyu kaybı var. Erzurum DGM’de yargılandığımda sağ elimin durumuna ilişkin Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan bir rapor aldım. Bu raporumda ‘Sadece sağ elin aktif olarak kullanılmasını gerektiren günlük ihtiyaçları karşılamada ileri derecede güçlük yaşayabileceği kanaatine varılmıştır’ denilmekte. Bu karar gereği 2005 yılında 3 buçuk ay hücrede tutulduktan sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ilgili raporumdaki ibare nedeniyle cezamın infazının 3 kişilik odada devam ettirilmesine ilişkin yazısı gereği 15 Eylül 2005 tarihinde Ankara 2 Nolu F Tipi Cezaevi’nde hücreye alınarak, odada kalan arkadaşlarımın yanına verildim. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının kararı 20 Ocak 2012 tarihine kadar geçerliliğini korudu. Ve bu geçen tüm zaman sürecinde ağırlaştırılmış müebbet uygulamalarına tabi olsam da sürekli 3 kişilik odalarda kaldım.

Sağ elimin sakat olmasının yanında kar donmasında dolayı ayaklarımdan da sağlık sorunları yaşamaktayım. Sol ayağımın tüm parmakları kesilmiş durumdadır. Ayak tabanımda da donmadan kaynaklı yaralar halen varlığını korumaktadır. Sağ ayağımın parmakları ise ilk eklemden kesilmiş durumdadır. Sağ ayağımın en küçük parmağının devamında bir tarak kemiği de alınmıştır. Şu anda sağlığım için en temelde sorun teşkil eden rahatsızlığım ‘Beyin tümörü’ ve sonrasında geçirdiğim ameliyat ve bağlantılı süren kontrol sürecidir. Öncesinde herhangi bir belirti vermeden 31 Mart 2009’u 1 Nisan’a bağlayan gece peş peşe 3 ayrı kriz nöbeti geçirdim. 3’üncü krizde bilincim kapandığı için beni önce Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi’nin Acil Bölümü’ne kaldırıyorlar. Buradan da yine ambulansla Ankara’ya sevk ediliyorum.
Beni Ankara’ya ambulans ile götüren güvenlikten sorumlu komutan birkaç hastanenin beni kabul etmediğini, en son yoğun ısrarı sonucu, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin beni kabul ettiğini söyledi. Yaklaşık 8-9 gün bilincim kapalı kalıyor. En azından ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Yoğun ağrılardan dolayı (bir saralı gibi) hep çırpınıyorum. Beni zapt edemiyorlar. Ailemden birinin yanıma refakatçi verilmesi yerine beni ellerimden ve kollarımdan ranzaya bağlıyorlar. Uyandığımda ayak bileklerim ve kol bileklerim hep yara içindeydi. Ben ancak uyandıktan sonra MR çekebildiler. MR çekildikten sonra beynimde sağ frontal bölgede kitle tespit edildi. 28 Nisan 2009 tarihinde aynı hastanede ameliyat oldum. Ameliyat öncesi doktorlar benden yana çok umutlu değillerdi. Beynimde kalan tümör attığı için radyasyon onkolojisinde 27 seans ışın tedavisi gördüm. Ve bu tedavi sonrası tümör artığı kurutuldu. 2 buçuk ay kesintisiz hastanede mahkum koğuşunda kaldım. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kuruluşu raporunda ‘Cezasının cezaevinde infazının hayati tehlike arz etmediği düşünülmektedir’ kararına varılmıştır.
2009 Temmuz ve 2011 Temmuz tarihleri arasında 3 ayda bir 2 Nolu F Tipi Cezaevi’ne gidip geliyordum. Bu cezaevinde sürekli kalıp kontrollerimi tamamlama yerine, her kontrol için sürekli Kırıkkale F Tipi ile Ankara Cezaevi arasında gidip gelme adeta bir işkence uygulamasına dönüştürülmüştü. Bu gidiş gelişlerden dolayı bel fıtığı rahatsızlığım gelişti.

* Neden tahliye edilmiyorsunuz? Başvurularınız oldu mu? 

Beyin tümörümden dolayı ilk hasta düştüğüm dönemde avukatım cezamın ertelenmesi için Adli Tıp Kurumu’na başvuru yapmıştı. Ancak Mehmet Aras gibi tutsakların bile son günlerini aileleriyle geçirmesine izin vermeyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Burada İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun tavrı dikkat çekicidir. Bir ahlaki, vicdanı ve insanı yaklaşım sahibi olmadıkları, ölüm sınırında olan ağır hastalar için bile ‘Cezaevlerinde kalabilir, cezalarının ertelenmesine gerek yoktur’ diyebilmekte ve son derece ırkçı ve şovenist bir tutumu takınabilmektedirler. Adli Tıp Kurumu’nda açığa çıkan bu politikanın özünde politikasının dışa vurumu olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Çünkü T.C. Cumhurbaşkanı ölüm sınırında olan ağır hasta tutsaklara yönelik ad yetkisine sahip olmasına rağmen bu yetkiyi hiçbir zaman kullanmamış, bu ölümlere adeta onay vermiştir. Sistemin zihniyetinin ve onun temsilcisi İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun bu yaklaşımından dolayı avukatımın yaptığı başvuruyu bir beklentim olmadığından dolayı iptal etmek zorunda kaldım. Ölüm sınırında olup yaşamını yitiren arkadaşlarımın son günlerini dahi ailelerinin yanında geçirme istemine bile onay vermeyen bir kurumun bana dair olumlu bir karar vereceğini düşünmüyordum.

* Temel talebiniz nedir ve acil ihtiyaçlarınız nedir? Zorlandığınız konular nelerdir?

Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nden direk gittiğim kontrollerimin sonuçları için bir kez oldu bile, hastaneye götürülmedim. Oysa her kontrol sonrası mutlaka doktorumla yüz yüze görüşmem gerekmekteydi. Çaresiz ailem ya da avukatım kontrol sonuçlarını rapor halinde gıyabımdan alıp cezaevine getirmekteydi. 2 yıl boyunca ortalama 3 ayda bir yaptığım kontrollerimin süresi dolduktan sonra, kontrol süresi ortalama 6 aya çıkarıldı. Kontroller haricinde düzenli olarak ilaç tedavisi germekteyim. Ocak 2012 tarihinde Kırıkkale Savcılığı beni tedavi amaçlı Ankara’ya göndermek için Kırıkkale Tıp Fakültesi Hastanesi’nden sağlık raporu almamı talep etmişti. 2 kez hastaneye gitmeme rağmen ne doktorlarla görüşebildim ne de heyete, çıkabildim. Beni yeniden hastaneye götüreceklerini söylemişlerdi. Fakat cezaevi idaresi bu heyet raporunu beklemeden 19 Ocak 2012 sabahı ‘Hazırlan seni Ankara’ya tedavi amaçlı sevke gönderiyoruz’ dediler. Ancak Ankara yerine beni hiçbir arkadaşımın olmadığı Denizli D Tipi Kapalı Cezaevi’ne sürgün ettiler.
Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi Baş Tabipliği’nin 16 Aralık 2009 tarih ve 20900233 nolu raporumda epilepsi opere intra krenial kitle tanısı nedeniyle tümör pronozu hastası olmamdan dolayı yalnız kalamayacağıma dair bir kararı almasına rağmen, Denizle D Tipi Kapalı Cezaevi’nde tek kişilik bir hücreye alındım. Denizli’den bir süre sonra Bakanlığa sevk talebinde bulunup sağlık durumuma ilişkin ayrıntılı bilgi verdim. Sağlığıma dair tüm raporların tarih ve karar numaralarını ilettim. Tek kişilik bir yerde kalamayacağıma dair raporlarım olmasına rağmen bakanlık adeta olay edercesine yeniden bir sağlık kurulu raporu istedi. 4 buçuk ay tekli hücrede kaldıktan sonra Denizli Devlet Hastanesi’nde aldığım sağlık kurulu raporu sonrası 1 Haziran 2012 tarihinde bir grup arkadaşımla beraber tekli hücrelerden odaya alındım. Sağlık kurulu raporunda ki karar şöyledir: ‘Beyin tümörü opere, tedavi ile kontrol altında, nadir epileptik nöbet geçirmekte, ancak epileptik nöbet geçirdiğimde hızlı müdahale edilmesi için tek başına kalamayacağı, bir koğuşta kalmasının, uygun olduğuna ittifakla karar verildi.’ Hastalığımın tedavisi döneminde bir cezaevinde tutulup, tedavimin sonlandırılması yerine Ankara ve Kırıkkale F Tipi Cezaevleri arasında sürekli götürülüp getirilmem sağlığımı olumsuz etkilemiş ve sürekli gelgitler bel fıtığımın gelişmesine sebebiyet vermiştir. 2009 yılında gerek ameliyat olduğum dönemde ve gerekse sonrasında gördüğüm ışın tedavisi döneminde Numune Hastanesi Mahkum Koğuşu’nda görevli askeri personelin birçok kez sözlü hakaretine ve tacizine maruz kaldım. Bel fıtığı gelişiminden yaklaşıl 7-8 ay sonra 2011 yılı sonunda birde boyun fıtığı rahatsızlığım gelişti.

* Hastalığınızın gelişmesinde cezaevinin etkisi var mı?

Ağırlaştırılmış müebbet hapis uygulamalarıyla geçen 7 yıllık süreçte doğal ve sürekli bir tecrit durumu yaşadım. Cezaevlerinde normal hükümlülerle sohbet ve etkinliklere katılmamız ve yan yana gelmemiz yasaktır. Bu doğal tecrit durumunu aşan uygulamalarla da dönem dönem karşılaştım. Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde beraber faaliyete çıktığım ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü 3 arkadaşım vardı. 2 buçuk yıl boyunca beraber bazı faaliyetlere çıkıp yan yana geçebiliyorduk. 2011 sonbaharından itibaren Kırıkkale F Tipi Cezaevi müdürü değiştikten sonra aynı ceza gurubunda yer aldığım arkadaşlarımla yan yana gelmem nedensiz olarak engellendi. Zihinsel olarak İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in ikizi olan kurum müdürü gerekçesiz olarak böyle bir tecridi uyguladıktan sonra “Güvenlik gerekçesiyle” beni Denizli’ye sürgün etmiştir. Odasında bulunan 2 arkadaşı dışında hiç kimseyi görme şansı ve sohbet imkanı olmayan biri nasıl olurda güvenlik için tehdit oluşturur, anlamış değilim. Kırıkkale F Tipi Cezaevi idaresi beni, bir odaya verirken bile beraber kaldığım 2 arkadaşımın, sorumluluğumu üstlendiklerine dair yazılı belge olmasına rağmen arkadaşlarımın olmadığı bir cezaevine beni sürgün ettirmesi ancak düşmanca bir tutum olarak değerlendirilebilir.

Yoğun tecrit ve izolasyonun sürekli bir stres ve gerileme sebebiyet verdiğini söylemeliyim. Örneğin, boyun fıtığı rahatsızlığım esas olarak bu tecrit ile yaratılan stresin bir sonucu olarak gelişmiştir. Ceza infaz yasasında ki ağırlaştırılmış müebbet uygulamaları ve sürekli tecrit hali kendiliğinden birçok hastalığa davetiye çıkarıyor. Şu anda sağlık olarak beni en çok zorlayan boyun fıtığı rahatsızlığımdır. Bel yada boyun fıtığı rahatsızlıklarımdan en az birinden fizik tedavi görmek istedim. Ancak Denizli Devlet Hastanesi’nde ki ilgili bölüm, bu talebimi ciddiye bile almadı. Beynimde bulunan beyin tümörü çeşitli yeniden nüksetme olasılığı fazla olan bir tümördür. Tümörün yeniden nüksetme ihtimali hep var. Bu tecrit-izolasyon koşullarının yaratmış olduğu stres ve gerilim ekstradan tümörün yeniden nüksetmesine zemin hazırlar durumdadır.

Hasta tutsakların durumu ile ilgili duyarlılığı yeterli buluyor musunuz? 

Cezaevlerine ve özelde hasa tutsakların sorunlarına duyarlılık konusunda devlet yaklaşımın değişimine kesin ihtiyaç var. Mevcut politikanın ağır hasta tutsaklara vaat ettiği tek şey ölümdür. Cezaevinde ölümcül bir hastalığın varsa eğer son nokta ölüm oluyor. Türkiye’de kamuoyunda bu konuda yeterli bir duyarlılığın olduğu söylenemez. Var olan duyarlılık ise devletin iktidarın politikasını değişime zorlayacak düzeyde değildir. Cezaevlerinde isim olarak bilinmemesine rağmen gündem olmamış adı bilinmeyen ama ciddi sağlık sorunları olan birçok kişinin daha olduğu inancındayım. Bazı hasta arkadaşlarımızın adını ancak yaşamlarını yitirdikten sonra öğrenebiliyoruz. Bu kabul edilebilir değildir. Ve en azından bu durum o yerelde ciddi bir duyarsızlığın yaşandığının ifadesidir. Özgür basında geçmişe oranla cezaevi sorunlarına daha fazla yer veren bir yaklaşım var, bu sevindirici. Ama demokratik kitle örgütlerinde hasta tutsaklar sorunun sadece tutuklu aile derneklerine bırakmaları doğru değildir. İnsan hakları kuruluşları, barolar ve bağlı örgütlenmeler daha duyarlı bir tutum sahibi olabilir. Kısa bir ilgilenmeden sorma belli hareketlenmeler yaratıp sonuç alamadıklarında bu kişi ve kurumlar, biz hasta tutsaklardan daha fazla umutsuzluğa kapılıyorlar sanırım.

Dışarı denen mekanın durumunu bilmiyorum. Cezaevlerindeki hasta tutsakların ölümü ve yaşadıkları zorluklar karşısında gerçekten ne yapabilirler, bilebilecek durumda değilim. Tüm toplumsal sorunların adeta iç içe geçtiği ve yoğunca düğümlendiği böyle bir zamanda çavalar ne kadar sonuç verir, emin değilim… İlk devrilen taş adet bir domino etkisi yaratabilecektir. Her gün cenazelerin kaldırıldığı ve ana babaların çocuklarını mezara gömdüğü bir ülkede yaşıyor olmak acı. Bu ortamda yapılacak bir çağrımda anlamsız olduğumu düşünüyorum. Yüreğinde bir parça insani değer taşıyan her bireye yapılacak bir çağrı yıllar önce Amed Zindanındaki haykırışın tekrarı olacaktır. “Vicdan ve insanlığımızın daha fazla ölmemesi için” bu insan çığlıklarını duyun, duyurun. Ölümlere engel olabiliriz, her birimiz yüreğimizden bir parça katabilirsek birbirimizin yüreğine, bir can katabiliriz, bir insanı yaşatabiliriz.

Kaynak: Diyarbakırhaber

Paylaş