Hapishanelerdeki hastaların durumunun, sıkıntılarının ve Hapiste Sağlık Girişimi olarak çalışmalarımızın özetini aşağıda dosya halinde bulabilirsiniz. Konuyla ilgili yasal düzenlemeler hazırlanırken dikkate alınmasını umduğumuz önemli noktalar ve talepler de bu dosya içinde yer alıyor. Mümkün olduğunca paylaşılmasını dileriz. Gönderdiğimiz mektuplara cevap vererek bize içinde bulundukları durumu anlatan bütün hasta mahpuslara teşekkür ediyor, mektuplarına cevap gönderemediğimiz herkesten özür diliyoruz.

cezaevinde ölmek yok

1. Hapiste Sağlık Girişimi: Ne yapıyoruz?

Türkiye’de cezaevlerinde bulunan hastaların, özellikle ağır hastaların durumu, içlerinden sesini az çok duyurabilen biri ölüme yaklaşınca gündeme geliyor. Güler Zere gibi, hapishanede yakalandığı kanserden ölmeden birkaç ay önce Cumhurbaşkanı’nın özel affıyla tahliye edilen, ya da Gülay Çetin ve Muhlis Barut gibi, son isteği evinde ölmek olup hapishanede ölen insanlar… Ne yazık ki hapishanelerde onlara benzer durumda çok sayıda insan var. Bu durum kısmen, Türkiye’de hapisteki ağır hastaların, insan haklarının ve vicdanın gerektirdiği gibi hapishane dışında tedavi görmesini, tedavisi mümkün değilse son zamanlarını yakınlarının yanında geçirmek için salıverilmesini sağlayacak sistemli bir çözümün olmamasından kaynaklanıyor.

Bu konuda çalışmak ve uzun, zorlu, aksaklıklarla dolu İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alma, ardından Cumhurbaşkanı tarafından kişisel olarak affedilme sürecine alternatif bir çözüm üretmek için bir araya geldik. Amacımız şu veya bu kişinin artık ölmek üzereyken hapisten çıkartılması yolu yerine, cezaevlerindekiler dâhil olmak üzere herkesin sağlık hizmetinden ve hasta haklarından her zaman ve tam olarak faydalanmasını sağlamak.

Bunun için, hapiste hasta veya engelli olunca neler yaşandığını, cezaevlerindeki yaşam koşullarını ve tedavi koşullarını öğrenmek ve bunu duyurmak istiyoruz. Cezaevlerinin koşulları son olarak Pozantı ve Urfa cezaevlerindeki acı olaylarla gündeme geldi. Hapishanelerin şartlarının sağlıklı yaşamaya uygun olmadığını mahpuslar aslında çokça dile getiriyor, ama sesleri dışarıya kolay ulaşmıyor. Hasta mahpuslar arasında, hastalanmalarında veya hastalıklarının ilerlemesinde cezaevi koşullarının, burada gerektiği gibi tedavi görmemelerinin çok etkisi olduğunu söyleyen birçok insan var.Cezaevinde olmanın, cezaevinde ölmek demek olmaması için, Türkiye’de çok çeşitli nedenlerle cezaevlerinde bulunan 126.000 mahpus ve tüm toplum için, cezaevlerindeki yaşam ve sağlık koşullarının insanlığın gerektirdiği gibi olmasına çalışıyoruz. Ne yazık ki, şu anda cezaevlerinin çoğunda sağlık imkânları, yasalarda belirtilen şartları dahi sağlayamıyor. Halbuki hapis cezası bir insanın sadece özgürlüğünün kısıtlanması demektir, bu insanı hapsederken onu aşırı kalabalık, havasız, kirli, rutubetli, insan sağlığına elverişsiz koşullara mahkûm etmeye, aç bırakmaya, kışın çok soğukta, yazık çok sıcakta tutmaya, yıkanmak, tuvalete gitmek veya çamaşır yıkamak gibi temel insani ihtiyaçlarını kısıtlamaya hakkımız yoktur.

Öncelikle bir insanın cezaevinde hastalandığında neler yaşadığını öğrenmek için, İnsan Hakları Derneği’nin, Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi’nin elindeki verilerden ve basında çıkan haberlerden faydalanarak, ağır hasta mahpusların isimlerine, hastalıklarına ve hangi cezaevlerinde bulunduklarına dair bilgi topladık (bu konuda Adalet Bakanlığı’na da Vatandaşın Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında 14 Haziran 2012 tarihinde soru sorduk, ama maalesef henüz cevap alamadık. Benzer amaçlarla soru soran MAZLUMDER İstanbul Şubesi’ne verilen cevapta da cezaevindeki hastaların yalnızca yaklaşık sayısı -348- belirtilmiş – http://hapistesaglik.wordpress.com/2012/10/27/383/). Sonra bu insanlardan bazılarına mektup göndererek hallerini, yaşadıklarını, ihtiyaçlarını ve taleplerini kendilerinden sorduk. Hakkında bilgiye ulaştığımız 223 insanın hepsine mektup gönderip değerlendirmemiz mümkün olmayacağı için bu liste içinden, doktorların yardımıyla seçtiğimiz, durumları ağır olan ve birbirinden farklı özellikte sağlık sorunları yaşayan 55 kişiye mektup gönderdik (Temmuz 2012, mektubu dosyanın ekinde bulabilirsiniz). Aldığımız cevaplar durumun önemini gösteriyor. Hasta mahpusların kendilerinin bize yazdığı bilgileri  http://hapistesaglik.wordpress.com/hapisteki-hastalardan-mektuplar/ adresinden okuyabilirsiniz. Çalışmalarımız hakkındaki her türlü bilgi, Ağustos 2012’de kurulan http://hapistesaglik.wordpress.com sitesinde mevcut. Bu dosyada kullandığımız mektuplar, noktasına virgülüne dokunulmadan, aynen yazıldığı şekilde sunuldu, yalnızca kişi bilgileri *** işaretiyle gizlendi.

Ne yazık ki, gönderdiğimiz mektupların birçoğu, sahibine ulaşılamadığı için geri döndü. Bu insanların bir kısmının bizim elimizdeki bilgiden daha farklı cezaevlerine nakledildiğini tahmin ediyoruz. Ayrıca birçok cezaevinde, cezaevinin kısım numarası (Silvri 1 nolu, 2 nolu gibi) bilinmediği zaman mektuplar teslim edilmiyor, biz de bu kısım numaralarına her zaman ulaşamıyoruz. Sevindirici bir durum olarak, mektuplarımızın bazıları üzerinde “Tahliye edilmiştir” notuyla iade edildi. Şevket Öznur’a gönderdiğimiz mektubun zarfında ise “Vefat Etmiştir” yazıyordu, onun hakkında başka bilgi edinemedik. Üstünde sadece “İADE” yazısıyla geri dönen zarfların sahipleri arasında vefat eden başka kimse olmadığını umut ediyoruz.

Önemle belirtmek istiyoruz ki Hapiste Sağlık Girişimi, hapisteki herkes için, bütün hasta mahpuslar için çalışıyor. Burada “siyasi” ya da “adli” mahpuslar, kadın erkek çocuk, tutuklu hükümlü, veya siyasi görüş konusunda hiçbir ayrımcılık yapmamaya özen gösteriyoruz (mektup gönderdiğimiz hasta mahpusların hangi suçtan dolayı cezaevinde olduklarını bilmiyoruz ve sormuyoruz, bazıları kendiliklerinden bilgi vermişler bu konuda). Ancak örgütlü olmayan mahpusların durumu hakkında bilgi edinmenin genellikle daha zor olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Çalışmalarımız kapsamında şimdiye kadar edindiğimiz bilgi ve görüşler aşağıdadır.

 

2. Cezaevlerinin genel koşulları mahpusların sağlığını olumsuz etkiliyor

Cezaevlerindeki sağlık koşullarını ve hasta olarak hapse girenlerin ya da orada hastalananların yaşadıklarını incelemeye başlayınca, pek çok mahpusun cezaevine girdikten sonra, kendi ifadelerine göre “cezaevlerindeki koşullardan dolayı” hastalandıklarını veya varolan hastalıklarının ilerlediğini görüyoruz. Cezaevine girmeden önce zaten hasta olanlar da tedavilerini gerektiği sürdürememekten hastalıklarına uygun besin bulamamaya, ortamın aşırı sıcak/soğuk olmasından rutubete, temizlik koşullarının yetersizliğine kadar çeşitli nedenlerden dolayı hastalıklarının kötülediğini anlatıyorlar. Cezaevlerinin genel koşullarının iyileştirilmesi sadece hasta mahpuslar için değil tüm mahpuslar ve cezaevi çalışanları için yaşam kalitesini yükseltecek, cezaevlerinde ortaya çıkan gerginliklerin de azalmasını sağlayacaktır.

Mahsus Mahal Derneği tarafından yapılan Eski Mahpusların Topluma Yeniden Katılımı çalışmasının sonuçlarını yayınlayan Aytekin Yılmaz, eski mahpusların durumunun cezaevlerindeki durumdan ayrı düşünülemeyeceğini belirterek, cezaevlerinin koşulları hakkında şöyle yazıyor:

Hapishanelerin en önemli ve acil sorunu sağlık ve beslenmeyle ilgili sıkıntılardır. Bakanlığın iaşe için ayırdığı bütçe genel insani ihtiyaçları karşılamamaktadır. Hapishanelerde beslenmeden kaynaklanan ciddi sağlık sorunları yaşanmaktadır. Hapishane revirleri hem donanım hem de personel açısından oldukça yetersizdir.(…)

 

İnfaz Koruma Memurları zor koşullarda, kısıtlı imkânlarla çalışmaktadırlar. Bu personele ekonomik iyileştirmelerin ve özlük haklarında iyileştirme yapılmasının yanı sıra sosyal-psikolojik destek sunulması gerekiyor. Son 10 yılda hapishanelerde yaşanan olaylardan en çok etkilenen bir kesimin de infaz koruma memurları olduğu unutulmamalıdır. (…)

 

Hapishanelerdeki mahpus sayısı 120 binin üzerine çıkarak cumhuriyet tarihinin en kalabalık sayısına ulaşmış durumdadır. 12 kişilik koğuşlarda 24 kişinin kaldığı bir hapishanede ceza infaz sisteminde iyileşmenin yapılamayacağı çok açıktır. (…)

 

[H]aziran 2011 tarihi itibarıyle devletin bakmakla yükümlü olduğu iki grubun, askerlerle, mahpusların günlük iaşe bedelleri arasındaki fark düşündürücüdür. Garnizondaki askere günlük 8 TL iaşe ödenirken, hapishanedeki mahpusa bunun yarısı 4 TL iaşe bedeli ödenmektedir.

(Aytekin Yılmaz, “Eski Mahpusların Topluma Yeniden Katılımı”, mahsus mahal, sonbahar 2011, sayı:17, s. 6-7)

 

Bu koşullar altında birçok mahpus, cezaevinde iyileşmelerinin mümkün olmadığını belirtirken “beni zaten buradaki şartlar hasta etti” diyor. Sayılan bu şartlar arasında, cezaevlerinin aşırı kalabalık olması, yazın fazla sıcak, kışın ise çok soğuk olması, rutubet, yemeklerin sağlığa uygun olmaması, özel diyet gerektiren hastalıklara sahip olanların bu gıdalara ulaşamamaları, banyo şartlarının çok kısıtlı olması nedeniyle yeterince temizlenememek yer alıyor.

Cezaevleri hasta olmayanları dahi yok eden bir sistemdir. Benim hastalığım da cezaevinde başladı. Yani hastalık yaratıcı koşulların toplamına c.evi diyebilirsiniz. Büyük yüksek duvarları, sürekli kilitli onlarca demir kapısı ve penceresi ile betondan kiprit kutuları burası. Örneğin şu an yaz mevsimindeyiz. Ve dışarıda 40 derece ise burada 50 derece oluyor. Kışın ise tersi. Dışarıda -10 ise içeride -20 olur.. Yemeklerin çoğunu çöpe dökmek gerekiyor. Yenilecek gibi değiller. Süreklileştirilen aşağılama, tecrit, stres… vb yanında tuvalet-banyo vb. temizlik olanakları kısıtlı… ve tüm bu koşullarda “cezaevinde tedavi görebilir” deniyor. Artık sonucun ne olacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.” (36 yaşında erkek mahpus, 14 yıldır cezaevinde. Mesane kanseri)

Örneğin, 20 yıldır cezaevinde bulunan Nesimi Kalkan, Çölyak hastası. Bu hastalığa sahip olanların, buğday, arpa, çavdar ve yulafta bulunan gluten maddesini kesinlikle yememesi gerekiyor, yedikleri zaman bağışıklık sistemleri bağırsaklarına zarar veriyor ve diğer gıdalardan da besin alamıyorlar. Kalkan, 14 Aralık 2011 tarihli, basına yansıyan mektubunda, glutensiz gıdanın kendisine ailesi tarafından temini için onlara yakın bir cezaevine nakil istediğinin reddedildiğini belirterek, durumunu şöyle anlatıyor:

 

Doktorların raporlarla mutlak surette yapmamı istedikleri ve ömür boyu tam ve düzenli yapılması zorunludur dedikleri Glutensiz beslenmemi hiç yapamıyorum. Resmi heyet raporlarına rağmen, bu raporların gerekleri yerine getirilmiyor. (…) Buranın (cezaevinin) ne fırını var ne de mutfağı. Ve en önemlisi, Erzurum’da tek tüketimim olan Glutensiz gıdaların temini de yok. Bulunamıyor.

(Çölyak hastası Nesimi Kalkan’ın basına yansıyan mektubundan, http://www.imc-tv.com/haber-olumumle-gundeminize-gelmeden-1342.html#ixzz291wg7I64, 19 Aralık 2011)

 

Zaten hasta olarak cezaevine girdim ceza evi etkisi hastalığım ve burda yaşamım için sürekli olumsuz etkiliyor. Örneğin beslenme olanakları bütünüyle yoktur. Bir diyet verilir bizim köyde tavuklara verilen yemliklere benziyor abartısızdır. Bulgur pilavı suda yumuşatılarak verilir no[hu]t vs tum baklagillerde öyle verilir. Bunları yiyen zaten hasta olur. Akşam yemekleri hiç yenilmeyecek düzeydedir. Kantin son derece payalı ve çeşit-alternatifin yok. Bir tuzsuz peynir bile yok olanlar da pahalı yani durumun yoksa beslenme sıfıra iner. Beslenmesi olmayan böyle bir hastalık gün geçtikçe yükselir….

(45 yaşında erkek mahpus. Toplam 12 yıldır cezaevinde. Cezaevinde geçirdiği kalp krizi ve geç müdahale nedeniyle kalbi yüzde 35 çalışıyor, ayrıca Wernicke-Korsakoff sendromuna bağlı çok sayıda sağlık sorunu var)

 

Örneğin hasta olduğum için özellikle verem hastası olan insan hijiyenik besleme, hava gibi şeyler en az tedavi kadar önemli olduğunu benden daha iyi biliyorsunuzdur. Örneğin hijiyenik açısından cezaevi hiçbir temizlik maddesi, malzemesi vermiyor. Kendi paramızla alıyoruz, oda param yoksa alamıyorum. Yine kışın çok soğuk ısınma sistemi çok yetersiz. Yazın ise kavruluyorum. Bulunduğum odada vantilator veya hava soğutücü klima gibi hiçbir sistem yok. Buda nefes almamda çok etkiliyor beni zoluyor. param varsa ancak parayla vantilatör alabilirim. O da fahiş fiyatlarla satılıyor. Yiyecekler yanı yemek çok kalitesiz, kalorisi çok düşük defalarca yemeklerde böcek, kurt çıkmiş cezaevi yönetimine vermişizdir. Hiçbir değişiklik olmamiştir. Agır bir hasta olmama rağmen bir sütümü ısıtacak bir ocak tup gibi hiçbir ısıtıcı yok. Yemeklerimi ısıtacak hiçbir şey yok. Sadece çay yapmak için bir su ısıtıcı veriliyor. Hastalığım nedeniyle ailemin getirmek istediği hiçbir yiyecek içecek içeriye verilmiyor. Herşey yasak edilmiş. Ailemin getireceği yiyecek ve içecekler yasak ediliyor. Ancak yasak edilen her şeyde bize parayla faiş fiyatlarla kaç katı satılıyor. Bundan dolayı yeterince beslenemiyorum hastalığıma bakamiyorum. Verilen yemeklerde yiyemiyorum. Hijiniyet olmadığı gibi kalitesiz, kalorisiz bazen aşırı derecede yağlı ve yağları hep donuk vs. hiç yiyilmiyor cezaevi yemekleri pek yiyemiyorum. kendi paramla aldığım sebselerle çoğu kes idare etmek zorunda kalıyorum. Ailemin maddi durumuda iyi değil bu anlamdada çok zorlanıyorum. Düşününki hastayım dışardan kışın ailemin getireceği battaniyeleri dahahi içeriye alınmıyor. yukarda saydığım bu durumlar hastalığımdan sonra hayatımı çok zorlaştırdı. Tüm bu sıkıntıları sürekli yaşıyorum. Hastalığıma bakamadığımdan dolayı 3 cevapta belirtiğim birçok hastalıklar bende gelişti. unutmuştum. Ayrıca Ameliyat ediken sol akciğerimde bide mantar üredi. Buda hijiyenik olmayan ortamdan kaynaklıdır. Çünkü bunyem çok zayıflamiş mikrop kapma durumu çok fazla.

(38 yaşında erkek mahpus. 20 yıldır cezaevinde. Bir akciğeri veremden dolayı alınmış, nefes darlığından dolayı makineye bağlı)

 

Bu gibi sıkıntıların yanı sıra, cezaevlerinin sosyal ortamları da, hem maddi hem manevi anlamda desteğe ihtiyacı olan hastaların durumunu zorlaştırıyor.

Koğuşta 20 kişiyiz. Koğuştakiler benim bu halde 2 katlı koğuşu temizlememi, nöbet tutmamı istiyorlar, doktor raporunu kabul etmeyiz diyorlar. Şeker hastasını listeye yazmadılar, beni yazdılar. Benim mevcut durumum, hayati tehlike arz etmektedir. “ cezaevinde yaşayamaz” diye raporum var. Kemoterapi sayesinde 1 yıldır yaşıyorsun diyor doktorlar. Odamda ki mahkum, giysilerimi onun giymesine izin vermedim diye ben hastaneye gittiğim gün jiletle paramparça etmiş. Bir de bu tip olaylarla uğraşıyorum. Beni maddi açıdan  istismar ediyorlar. 3 gün 6 adet tabağımı yıkadılar, 20 milyon TL ( 20 TL) paramı aldılar. Zorlukla kendi işimi kendim yapıyorum.

(2011’de 47 yaşında cezaevinde mide kanserinden ölen Gülay Çetin’in basına yansıyan mektubundan,

http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=4&ved=0CDYQFjAD&url=http%3A%2F%2Fwww.bianet.org%2Ffiles%2Fdoc_files%2F000%2F000%2F295%2Foriginal%2Fgulay-cetinin-mektubu.doc&ei=gMCiULDbItPT4QS0_ IGQDw&usg=AFQjCNHG8V5oolCUp5Xb-djWXMa7qVW65A)

öncelikle bir insan Hürriyetinden ve ailesinden ayrı kaldımı kendini nasıl hisseder ona değinmek istiyorum yukarda’da değinmiştim buralar bir mezarlıktır. bizlerde yaşayan ölüleriz insan herşeyinden koparılıp buraya sorgusuz sualsiz atılınca kendini yalnız, sahipsiz, çaresiz hisseder kimi zamanlarda bu durumlar insani ölüme götürür. ben bu sıkıntılardan dolayı 3 kez intihar girisiminde bulundum yani o derece insanı yalnızlaştırma politikası uygulanmakta ve bundan dolayı ciddi ruh sağlığı ve Ruhta boşluk yaşamaktayım bazen kendimi boş yere yaşadığımı insanlığın öldüğünü merhametin ve insanlığın olmadığını düşünüyorum ve çok büyük boşluklar yaşayarak kendimi kontrol edemeden intihar girişimlerinde bulunuyorum ve birgün bu piskoloji nedeniyle kendime zarar vermekten korkuyorum yani kısacası böyle bir ruh hali yaşıyorum

(25 yaşında erkek mahpus, 2 yıldır tutuklu yargılanıyor, yüzde 79 görme engelli, cezaevinde 3 defa intihar girişiminde bulunmuş ciddi psikolojik rahatsızlığı var)

3. Cezaevinde doktora ve revire ulaşmakta ciddi sıkıntılar var

Birçok cezaevinde, görevli doktor ve sağlık personeli sayısı mahpus mevcudunun oluşturduğu talebi karşılamaya yetmiyor. Bundan dolayı bazı cezaevlerinde koğuşlar sırayla revire alınırken, bazılarında da mahpuslar revire çıkmak için dilekçe yazdıktan sonra uzun süre beklediklerini anlatıyorlar. Cezaevi doktorunun muayenesinin yetersiz kaldığı, hastalıkların ciddiye alınmadığı, basit ilaçlarla belirtileri hafifletmeye yönelik tedaviler uygulanırken ağır hastalıkların gereği gibi teşhis edilemediği, sevklerin zamanında yapılmadığı çok sayıda örnek var. Bu durumlar, özellikle kanser gibi, erken teşhisin önem taşıdığı hastalıklarda hastalığın ilerlemesine, tedavisinin zorlaşmasına hatta imkânsız hale gelmesine neden oluyor.

Cezaevinde sağlık konusu en sıkıntılı konulardandır. (…) Israrla dilekçe yazmanız gerekir. İhtiyacınız acil dahi olsa sıraya konulursunuz. Tabi benim rahatsızlığımın ciddiyetinden dolayı riski ve sorumluluğu göze alamıyorlar, doğrudan hastaneye sevk ediyorlar. Ancak bunlar da sonuçsuz kalıyor. Yapılanlar dosyama işlenmiyor. Size soruyorum, bir kalp hastası ayda 2 defa eko çektirir mi? Belgeler, evraklar hep kayıptır.

(37 yaşında kadın mahpus, toplam 12 yıldır cezaevinde. Kalp kapakçıkları değişmesi gereken ağır kalp hastası)

Sağlık durumumdaki son nokta ise cezaevine girmeden önce %71lik engeli halim %79a yükseldi ve sol gözümde görme yeteneğimi kaybetmekle karşı karşıyayım diğer sağlık sorunlarımda ise revire çıktığımda yüzümüze bakılarak kafalarına göre ilaç yazılmakta hastaneye sevk edilme durumu olsa dahi 6,7 aydan önce bu sevk gerçekleştirilmemekte yani hastaneye gidebilmek için 7 ay bekledikten sonra sevkimiz gerçekleşmektedir. 

(25 yaşında erkek mahpus, 2 yıldır tutuklu yargılanıyor, yüzde 79 görme engelli, cezaevinde 3 defa intihar girişiminde bulunmuş ciddi psikolojik rahatsızlığı var)

Benim ailemde kanser hastalığı yok. Ben 2 yıl hiçbir şey  yiyemedim, uyuyamadım. Vücut direncim düştü. Kurum doktoru bana hep antiasit ( famodin vb.)  ilaçlar verdi. Hastaneye sevkim yapılmadı. Mide kanseri olmuşum. Son evreye gelmişim. Gardiyanlar bana “neden yemek yemiyorsun, isyan mı ediyorsun” diyerek tepki gösteriyorlardı. Ben ise her şeyi simsiyah-çamur gibi fışkırır tarzda kusuyordum. Günlerce gecelerce kıvrandım, süründüm, ağladım, ölmek istedim. (…) Hep iki büklüm kıvranıyordum.  Görevliler ceza aldığım için hasta olduğumu düşünüyorlardı. Endoskopiye 3 aya gün verdiler. 3 ay dolunca araç-asker yok denilerek götürülmedim. 6 ay sonra gidince yanlışlıkla safra kesemi aldılar. Şikayetlerim geçmedi. Şuan yeniden o günleri anımsıyorum ve çıldırıyorum. Ailem kendi halinde insanlar. Sağ olsunlar ilgi-alakalarını eksik etmiyorlar. Ne yazık ki daha fazlası ellerinden gelmiyor. Ben adli mahkum olduğumdan siyasi tutsaklar kadar sesim çıkmıyor, her yeni güne umutla uyanıyorum. 27 Nisan 2009 da tüm midemi, sol yumurtalığımı aldılar. İçimde organ kalmadı. Devlet hastanesi kötü hücreleri temizledik dedi. Midemde 8 cm tümör varmış. 75 kg dan 55 kg’ a düştüm. 3-4 ay sonra Akdeniz Üniversitesi Hastanesine yatırdılar.  Onkolog doktor “ 2 ay ömrünüz kalmış” dedi. Hala o sözdeyim. Her hafta kemoterapi aldım. 1 yıl özel mamayla beslendim. Tüm saçlarım, kaşım, kirpiğim döküldü. Bağışıklık sistemim çöktü. Adli yargılama süreci çok uzun. Avrupa İnsan Hakları Mah. Başvurdum. Hastalığım çok ilerledi. Tüm iç organlara yoğun metastaz yapmış. Canıma yetti bu zulüm. Şimdi de sağ yumurtalıkta 6 cm tümör var. Beni ameliyat edemiyorlar. 2 ay hastaneye götürmediler. Revirdeki görevli “ patoloji sonucu bekleniyor” diye müdüre not yazmış. Bu yanıltıcı bir bilgi. Zira bana MR çektiler. Biyopsi almadılar ki. Yemek almadım. Açlık grevine gittim. Şimdi 11 şubatta PET filmi çekilecek. 15 Şubatta doktor bakacak. Ne yazık ki mahkum olduğumdan hep değişik genç asistanlar bana bakıyor. Hocalar bana bakmıyorlar. Hocaların bakması daha iyi olacak. Asistanların elinde deneme vakası oldum. İçim acıyor, yüreğim dağlanıyor, 4 yıldır güneşin doğuşunu-batışını göremedim. Sürekli odamdayım. Bana mahkeme izniyle bazı sebzeler geliyor. (…) Toplumsal duyarlılığın anlatılması lazım. Bugün Cumartesi Annelerini Başbakan kabul etti. Pınar Selek için platform oluşturuldu. Süreç çok ağır ve sancılı. Kelebekler gibi kanatlarımı çırpmak istiyorum. Cezam uzun olduğundan, infazın ertelenmesinden de yararlanamadım. Ergenekoncular, sağlık sebebiyle çıkıyorlar. Hastalığım çok ilerledi. Psiko-sosyal desteğe ihtiyacım var. Beni yanlış anlamayınız. Hastalığımı istismar etmiyorum. Sadece hastalıklı bir bedene sahibim. Cezamın infazını yerine getiremem. Ne olur beni bırakmayınız.

(2011’de 47 yaşında cezaevinde mide kanserinden ölen Gülay Çetin’in basına yansıyan mektubundan)

Hapishaneye yaklaşık bir yıl 3 ay önce geldim. İki ay kadar sonra doktora gittim çünkü bir kulağımın arkasında küçük bir kitle, kolumun altında da iki kitle buldum. Doktor beni test ve mamografi için hastaneye gönderdi. İki ay bekledim sonra tekrar doktora gittim çünkü bu arada koltuk altımdaki kitlelerin sayısı 6ya çıktı, başka testler için geri gönderildim. Yine aylarca hiç haber gelmedi. Sonra şubatta ya da martta tekrar gittim çünkü boynumun arkası ağrıyordu. Doktor boyun kaslarımda enflamasyon olduğunu söyleyip bana ağrı kesici ve krem verdi. Bir hafta kadar sonra boynumun ön kısmı şişmeye başladı, yutmakta zorlanıyordum. Başka testler için tekrar gittim ama o zamana kadar tedavi görmedim. Bundan sonra bana ağrı kesici bir ilaç verilmeden önce hastaneden sonuç gelmesini beklemem gerektiğini söylediler. Artık yemek yiyemiyordum ve uyumakta zorluk çekiyordum ve sürekli ağrılarım vardı. Durumum o kadar kötüleşti ki birkaç saatte bir oksijen verilmesi gerekiyordu. Bir sabah koğuşumdaki kızlar gardiyanları çağırıp benim hastaneye götürülmemi istediler. Hastane beni hemen yatırdı çünkü artık nefes alamıyordum ve boynumun her tarafından büyük çıkıntılar fışkırıyordu (gerçekten korkutucu görünüyordu!) İki gün sonra doktor lenf kanseri olduğumu söyledi.

(Bakırköy Cezaevi’nde Eylül 2012’de 58 yaşında ölen Magdalena de Winnaar’ın bize yazdığı, Temmuz 2012 tarihli mektuptan)

Bu  hastalığın belirtileriyle ilk kez 2008′in yaz aylarında karşılaştım. İdrarımda  az miktarda da olsa kan gelmeye  başlamıştı, özellikle  idrar sonuna doğru. Cezaevi  revirine gittim ve  pek önemli birşey olmadığını  (artık nasıl anladılarsa ) belirtip geri gönderdiler. Kan gelmeye devam  edince  yine  gittim.  Bana  bu sefer oturdukları  yerden “senin  böbreklerinde  kum var, bol  su iç ” deyip  geri  gönderdiler. Ama  kan gelmeler devam ediyordu  ve giderek  sıklaşıyordu. Birkaç  defa daha revire  gittiysem de ”psikolojik  sorun yapıyorsun, birşeyin yok” denilerek  geri gönderildim.  Ancak  benim  israrım sonucu  Antep  Devlet Hastanesine gönderildim. Sözde tahliller  yapıldı  ve  ultrason çekildi.  “Birşeyin yok” deyip  geri  gönderdiler. Yanımdaki  arkadaşların da baskısıyla  yine  dayatarak  birçok  kez  Devlet  Hastanesine  gittim.  Ama  her  seferinde  biraz  daha  asabileşerek  “Birşeyin  yok işte”  deyip  geri  gönderiyorlardı. ”Olsa olsa  kum  vardır” denilerek  verilen  kutu  kutu  ilaçları  içmekten  başka  elimden birşey  gelmiyordu.

Bu  böyle  aylarca  sürdü.  Ama  kanamalar  artık sıklaşıyor  ve  miktarı  artıyordu,  sonunda  bir  ara  iki  gün kesintisiz kan  işedim. Ayrıca  kanla  birlikte  yoğun  miktarda pıhtı  geliyordu.  İplik  şeklinde  uzun  ve bazan  topak  gibi pıhtılardı bunlar.  Yine  revire  gittim,  durumu  anlattım.  Bana bu  sefer  “Sende  protein  erimesi  var”  deyip  yine  kutu  kutu ilaçlar  verdiler. İsrar  edince  Devlet  Hastanesine  tekrar götürüldüm.  Burada  sözüm  ona  yine  ultrason  ve idrar tahlili yapıldı.  “Birşeyin  yok ”  denilmesine  rağmen  yine  kutu  kutu antibiyotik  ilaçlar  verildi.  Bu  şekilde  ben  hastane yollarında ve  kutu  kutu  ilaçlar  içerek  aylar  geçirdim.  Ama  durum  bir türlü  düzelmiyordu.  Bu  şekilde  bir  yıl  geçti. Hastaneye gittiğim  bir  gün  artık  dayanamayıp  “Beni  fakülteye  götürün, ne  varsa  orda  çıkar” dedim.  İsteksiz  de olsalar  sonuçta sevk  edildim.  Oraya  gidip  tomografi  çekilince  mesanede  2.5 cm. büyüklüğünde  bir  kütlenin  olduğu  anlaşıldı. Bana sadece “ameliyat  olacak”  sözü  iletildi. Ne  için  ve  nasıl  ameliyat  olacağımı  bilmiyordum.  Revirciyi  çağırıp  israrla  sorunca “Önemli  birşey  değilmiş,  hemen  hemen  her  erkekte görülebiliyormuş ”  dediler.

(Taylan Çintay, 36 yaşında erkek mahpus, 18 yıldır cezaevinde, mesane kanseri. taylancintayahayat.wordpress.com sitesinde yer alan bilgi).

Ayrıca, cezaevlerine aile hekimlerinin bakması ve cezaevinin aile hekimi için ekonomik bakımdan çoğu zaman cazip bir yer olmaması nedeniyle bazı cezaevlerinde doktor yalnızca belirli günler ve saatlerde bulunuyor. Bu da özellikle acil durumlarda telafisi imkânsız zararlara neden oluyor:

Revire çıkıyoruz. Ancak haftada iki gün salı ve perşembe günleri belli saatlerde doktor bulunmaktadır. Diğer günlerde yok. Örneğin; ben kalp krizi geçirdiğimde doktor yoktu. Gelen 112 Acil servisinde de doktor yoktu. İki tane tekniker personel ambulansla gelmişti ve onlar “hasta sevk edilsin” demeseydiler, sevkte yapılmayacaktım ve ben ölecektim. O iki personel doktor değiller, olmadıkları için pekala “sevk edilmeye gerek yok” diyebilirlerdi. Bu durum benim ölmeme neden olacaktı. Ve ben ölecektim. Ne kadar basit!… İnsan hayatı bu kadar ucuz!… 

(45 yaşında erkek mahpus. Toplam 12 yıldır cezaevinde. Cezaevinde geçirdiği kalp krizi ve geç müdahale nedeniyle kalbi yüzde 35 çalışıyor, ayrıca Wernicke-Korsakoff sendromuna bağlı çok sayıda sağlık sorunu var)

 

 

4. Hastaneye götürülmekle ilgili sıkıntılar: gecikmeler ve ring araçları

 

Cezaevlerindeki personel yetersizliğinin de önemli etkisiyle, hastaneye sevkler çoğu zaman geç yapılıyor. Sevk yaptırabilmek için revire birkaç defa çıkmak zorunda kaldığını, bunların her biri için de uzun zaman bekleyerek çok vakit kaybettiğini anlatan hasta mahpuslar var.

Uzun bir süre hasteneye sevk edilmedim. İlk geldiğim söylememe rağmen. Sonra sevkim oldu gittim bu sefer dışarıdaki raporlar istendi getirdim yani zor bela üç yıl sonra anjiyo oldu ve kontrol ve ilaç tedavisi yapılabildi. Elbette dışarıda olsaydım hastalığım % 50 ilerlemezdi ve zamanında müdahale yapardım. Gereken tüm bu ihtiyaçlarımı karşılardım. Dışarıda her hafta halı saha maçı yapardım. Ama burda şimdi 5 dakika koşamıyorum- nefesim kesiliyor.

(35 yaşında erkek mahpus, 4 yıldır cezaevinde. Kalp ve yüksek tansiyon hastası)

 

Sonunda yapılan sevkin ardından, hastaneye götürülmekle ilgili sıkıntılar başlıyor. Aciller (örneğin kalp krizi) dışında, mahpusların hastaneye götürülmesi için cezaevi ring araçlarının ve personelin müsait olması beklenerek yine zaman kaybediliyor. Görüştüğümüz cezaevi yetkililerinin aksi yöndeki bildirimlerine rağmen, pek çok hasta mahpus hastaneye ring aracıyla götürüldüklerini anlatıyor. Devlet hastaneleri önünde gördüğümüz ring araçları ve bu araçlar içinde konuştuğumuz askerler ile cezaevi personeli de mahpusları doğruluyor.

Cezaevi ring araçlarını biz de gezdik, gördük. Parmaklıklı küçük göz delikleri dışında penceresi bulunmayan bu araçların içinde, mahpusların kapatıldığı hücreler var. Hücrelerin dışına, mahpuslara eşlik eden askerler ve personel için oturacak yerler konmuş. Hücrenin içinde de mahpusların oturması için koltuklar var, ama bunlar yetişkinler için değil çocuklar için yapılmış gibi küçük ve sıkışık, çoğu zaman çok dar bir kapalı içine sıra sıra çok sayıda oturma yeri sıkıştırılıyor. Bu araçların hasta taşımak için tasarlanmadığı, daha ziyade mahkemeye gidiş geliş vb için düşünüldüğü belli oluyor. Ring araçları içinde, hasta bir insanın yatar vaziyette hastaneye götürülmesine uygun bir düzenleme veya herhangi bir tıbbi donanım yok, tuvalet de yok. Görüştüğümüz bazı ring aracı şoförleri, araçlarla ilgili kendilerinin temel talepleri arasında araç içi havalandırmanın ayrılmasının yer aldığını ancak bu talebin dikkate alınmadığını aktardılar. Şu anda ring araçlarında mahpusların konduğu bölmeler ile şoför mahalli ve hücrelerin dışının havalandırması ortak, bu durumda havalandırma hücrenin dışına göre ayarlandığında hücre içinin mahpuslar için aşırı sıcak ve havasız kaldığını anlatıyor araç sürücüleri. Bu araçların temizliği ile ilgili uygulanmakta olan genel bir düzenleme bulunmuyor. Mahpuslar ise ring araçlarını ve bu araçlarla hastaneye gitme sürecini şöyle anlatıyorlar:

Hastaneye götürüldüğümüzde ring aracında ellerimiz kelepçeli halde götürülmekteyim oda yetmezmiş gibi ring aracının içine konulduğumuz hücre kapılarıda asma killitlerle kapatılmakta buda olası bir kaza veya yangın esnasında bizleri daha kolay öldürmek için konulmuş ve uygulanmakta olan bir yöntemdir. Bunun örneğini Van’dan istanbula nakledilen tutukluların bulunduğu ring aracındaki yangınla birlikte yaşamını yanarak yitiren mahkumlar bu şartlar yüzünden bilerek ölüme terk edilmişti ancak tüm yaşananlardan ne yazık ki ders alınmamış olacak aynı yöntemler uygulanmaya devam etmektedir Sizlerden bu yöntemlerin Adalet Bakanlığınca durdurulması için çağrılar ve görüşmeler yapmanızı Taleb ediyorum Ring aracında kelepçe takılmaması için çalışmalar yapmanızı rica ediyorum

(25 yaşında erkek mahpus, 2 yıldır tutuklu yargılanıyor, yüzde 79 görme engelli, cezaevinde 3 defa intihar girişiminde bulunmuş ciddi psikolojik rahatsızlığı var)

Hastaneye ringlerde götürülüyoruz. Bir ringde yaklaşık 15-16 kişi ile hastaneye gidiyorsunuz. 15-16 kişinin işlemleri yapılıncaya kadar “güvenlik” gereği küçücük ringin içinde bekletiliyorsunuz. Kimi zaman süre yetmeyince, mesai saati bitince geri getiriliyorsunuz. Hiçbir işleminiz, muayeneniz yapılmadan bir sonraki randevuya kadar beklemek zorundasınız. Elleriniz kelepçeli, ringin kokusu, pisliği ayrı vaka. İnsanlar içine kusuyor mesela ve siz o halde saatlerce o küçücük yerde beklemek zorundasınız.

(38 yaşında kadın mahpus, toplam 12 yıldır cezaevinde. Kalp kapakçıkları değişmesi gereken ağır kalp hastası)

Dış hastane sevklerine gidiş geliş en kısa ifadeyle bir işkenceye dönüşüyor. Önce hastaneye götürüldüğüm ring aracından söz edeyim. Aracın içi kullanılmayacak durumda, her taraf kir pas içinde. Aracın kliması hava değil, adeta pis kokulu bir zehir saçıyor etrafa. Hastaneye giderken o havasız ringin içinde hiçbir zorunlu ihtiyacım karşılanmadan saatlerce beklediğim oldu. Geçen yıl radyoterapi sürecinde inanılmaz zorluklar yaşadım, tedavi sürecim bir kabusa dönüştü. Hergün sabah saat 8’de koğuştan çıktım, saat 16-17 gibi cezaevine geri döndüm. “Seni hastaneye götürüyoruz” deyip, benimle aynı ringin içine konulan adli tutuklular için mahkeme mahkeme dolaştırılıp saatlerce adliye kapısında beklediğim oldu. Cezaevinde ring aracı yok denilip bazı günler 2-3 adliyeyi dolaştıktan sonra hastaneye götürüldüm.

(37 yaşında kadın mahpus, görme engelli ve meme kanseri. Rahatsızlığı nedeniyle tahliye edildikten sonra yeniden hüküm giymiş, toplam 11,5 yıldır cezaevinde)

Gidip gelene kadar üç-dört gün kendime zor geliyorum. Bu tüm hastalar için geçerlidir. Çünkü ciddi anlam kirli, dar, kokan araçlardır. Ayrıca hastaneye giderken araçtan indirilmiyorsun Ring aracında saatlerce eli kelepçeli bekletiliyorsunuz—bir de buna yazın sıcağını ekleyin, hastaneye gitmeye bin pişman oluyor insan.

(35 yaşında erkek mahpus, 4 yıldır cezaevinde. Kalp ve yüksek tansiyon hastası)

 

Evet hastanelere çok kötü şartlar ve koşullarda götürülüyorum—luruz—odamdan çıkınca aramadan geçiriliyorum – luruz-  X denilen Rayks cihazından geçiyoruz bide asker arıyor. Anımsıyorsunuzdur Konyada bir cezaevi yandı 6 mahkûm yandı işte bizi de o araçlarla hastaneye götürülüyoruz. Yanı nekadar ağır hasta olursan ol hiç fark etmez. ellerin kelepçeleniyor ring denilen ölüm ringlerine bildiriliyoruz. Bu cezaevi araçları hiç yıkanılmiyor. içi kokudan insanın beyni patlıyor içinde kusan insanlar oluyor dahi yıkanmiyor. Her tarafı demirlerle kapalı ve plastik koltuklar var hiçbir yeri açık değil tamamen kapalıdır. ve havasızdır kilima dedikleri havalandırma bölümleri var ne kadar kötü hava varsa sanki hepsini içeriye çekiyor. insanlar üst üste yıgılarak adeta hastanelere falan götürülüyor. Sağlam insan bu ringlere bindiğinde kesinlikle hastalaniyor.

(38 yaşında erkek mahpus. 20 yıldır cezaevinde. Bir akciğeri veremden dolayı alınmış, nefes darlığından dolayı makineye bağlı)

Cezaevinde bulunan tüm insanlara sorun, “cezaevini özledim” lafı ne zaman söylenir? İşte o enteresan araçlara yani ringlere binilince! 2,5 metrakarelik bir yerde sadece tahtadan altı sabit sandalye vardır. Buralara çoğu zaman tıka basa doldurulursunuz. Elleriniz kelepçelidir ve hareket bile edemezsiniz. Yerde ayların birikmiş kiri ve çöpü vardır. Üzerinize kapı kapatıldıktan sonra askerler kalabalık şekilde doluşurlar arabaya. O havasızlık ve koku yetmezmiş gibi bir de askerlerin içtiği sigara dumanına maruz kalırsınız. Yanınızdaki birileri ya da kendiniz kusarsınız. Ve bu haliyle saatlerce sallana sallana yolculuk yaparsınız. Bir de yazın sıcağına denk geldiniz mi… Yani anlatmakla hissedilmez. Ancak o araçlara uzun süre binenler söylediklerimi anlar. Sağlam insanların dayanamadığı bu araçlarda hasta insanlar sürekli yolculuk yapmak zorunda kalıyor. Bu yolculuklardan sonra mutlaka, öncesinden daha kötü bir durumda oluyorlar. Düşünün bu araçlarla insanlar yazın kavurucu sıcağında ya da kışın soğuğunda Diyarbakır’dan, Van’dan, Muş’tan İstanbul’lara falan gidip geliyorlar. Ben de sık sık yolculuk yapmaktan dolayı oldukça yıpranıyorum.

(Taylan Çintay, 36 yaşında erkek mahpus, 18 yıldır cezaevinde, mesane kanseri. Verdiği bir röportajdan – taylancintayahayat.wordpress.com).

Ring aracı ile hastaneye nakiller sırasında, cezaevinde normal şartlar altında birlikte bulunmayan tutuklu ve hükümlülerin birlikte taşınmasından kaynaklı başka gerilimler ve hak ihlalleri de olabiliyor. Aşağıda bunun bir örneğini veriyoruz. Hastaneye gidenlerle mahkemeye gidenlerin aynı araçta taşınmaması bu bakımdan da önemlidir:

Dahası korunmasız olduğum bilinmesine rağmen adli tutuklularla birlikte götürüldüm. Bir kez fiziki bir kez de sözlü olmak üzere 2 kere adlilerin saldırısına uğradım. Somut bir örnek vermemi istemişsiniz. Vereceğim örnek basına da yansımıştı. 12 Ağustos 2011 tarihinde Samatya Hastanesi’ne götürülmek üzere sabah saat 8’de koğuşumdan çıkarıldım. Saat 9,5 da ring aracı hareket etti. Görmediğimden kaynaklı araç nerelere uğradı bilmiyorum. Saat 11-11,5 arası duran ringin kapısını vurup benimle gelen memuru çağırdım. Kapıdaki asker memurun aracın yanında olmadığını söyledi. Durumum çok kötüydü ve radyoterapi sürecindeydim. Karın boşluğumda bir kitle tespit edilmişti. Tahliller için Samatya Hastanesi’ne gidiyordum. Memuru çağırırken asker durduğumuz yerin hastane değil, Fatih Adliyesi olduğunu söyledi. Ben, “Adliye’de ne işim var, hastayım, hastaneye gitmem gerekiyor” dedim. Ancak beni dinleyen olmadı. Ağustos’un sıcağında boğucu ringin içinde neredeyse bayılmak üzereydim. Tekrardan ringin kapısını vurup bayan görevliyi çağırdım. Aracın sorumlusu olan rütbeli geldi. “Ben ne yapacağımı sana mı soracağım? Nerde durmak istiyorsam aracı durdururum.” demesiyle aracın diğer bölmesinde kalan adli tutuklular küfürler, hakaretler savurmaya başladılar. Hem asker, hem de adlilere göre ben bir “teröristtim” ve tedavi olmamam gerekiyordu. Hatta ölmeyi hak ediyordum. Askerler adlileri, onlar ise askerleri besleyerek hakaretlerini sürdürdüler. En çokta ağza alınmayacak küfürlerle kadın kimliğime saldırdılar. O gün gecikmeli olarak hastaneye götürüldüğüm için hiçbir işlemim yapılmadan saat 16-17 arası gibi cezaevine getirildim. Bunun gibi verebileceğim sayısız örnek var. Yaşadığım bu olayla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundum. Benimkine takipsizlik kararı verilirken, askerlerin suç duyurusu ise kabul edilerek hakkımda “askere hakaret davası” açıldı. Şu an mahkemem devam ediyor.

(37 yaşında kadın mahpus, görme engelli ve meme kanseri. Rahatsızlığı nedeniyle tahliye edildikten sonra yeniden hüküm giymiş, toplam 11,5 yıldır cezaevinde)

 

5. Hastanelerde muayene, teşhis ve tedavi sırasında yaşanan sıkıntılar: önyargılar, ayrımcılık, hasta hakları ihlalleri

 

Hem adli hem siyasi mahpusların en büyük sıkıntılarından birinin ellerindeki kelepçe çıkarılmadan muayene edilmek olduğunu görüyoruz. Bazı mahpuslar doktor istediği halde kelepçelerin askerler tarafından çıkarılmadığını anlatırken, bazıları da doktorların kelepçelerden veya mahpus olmalarından dolayı kendilerine önyargılı yaklaştığını, dinlemediğini, muayene etmeden ilaç yazdığını hatta muayeneyi reddettiğini anlatıyorlar.

Muayene sırasında asker sizinle geliyor, geniş güvenlik ablukasıyla hastaneye giriyorsunuz ve tüm insanlar sizi izliyor. Çünkü müthiş bir panik havası yaratılıyor.

(38 yaşında kadın mahpus, toplam 12 yıldır cezaevinde. Kalp kapakçıkları değişmesi gereken ağır kalp hastası)

 

Birde doktorların azarlayıcı ve alaycı yaklaşımları, yüzünüze bakmadan soru sormaları insanı ciddi anlamda incitiyor. Benim 6 ayda bir kontrolum var bir seferinde bana “ne diye ikide bir geliyorsun” denildi neyin var sanki yaklaşımıyla karşılaştım “bende keyfimden dolayı gelmiyorum çokta meraklı değilim ama rahatsızlığım var” dedim. Bu olumsuz yaklaşımlar insanı zorluyor. 

(35 yaşında erkek mahpus, 4 yıldır cezaevinde. Kalp ve yüksek tansiyon hastası)

 

Zorlukla Antalya Devlet Hastanesine gösterdiler. Gastroloji doktoru beni kelepçeyle görünce “sizin hiçbir şeyiniz yok, her şey beyninizde” diyerek beni gönderdi. Ne yazık ki önyargılı baktı. Önyargıyı kırmak, atomu parçalamaktan zormuş.

(2011’de 47 yaşında cezaevinde mide kanserinden ölen Gülay Çetin’in basına yansıyan mektubundan)

Örneğin bazen (…) göğüs hastane kontrollarıma gittiğimde ellerimizdeki kelepçeler dahi çözülmiyor. Yine diş hastanesine gidiyoruz muane esnasında ellerimiz açılmiyor buda insan haklarına aykırı olduğundan dolayı tedavi olmadan geri geliyorum-ruz- aylarca o dişin ağrısını çekmek zorunda kalıyoruz. Bu ve bu gibi sorunlar ve zorluklarla karşılaşıyoruz.

(…) Birçok kez insani olmayan sözler söylüyorlardı. Örneğin “devlet sizi boşuna besliyor, tedavi ediyor hepinizi bir gazlı odaya koyup imha etmek lazım” deniliyordu. Ama çok insanı mütevazı hipokrat yeminlerini yerine getiren çok değerli doktor ve hemşirelerlede karşılaştım.

(38 yaşında erkek mahpus. 20 yıldır cezaevinde. Bir akciğeri veremden dolayı alınmış, nefes darlığından dolayı makineye bağlı)

Sağlık personeli –genel olmamakla beraber- genellikle önyargılı yaklaşıyor. Bazen kelepçe ile muayene vs. uygulamak istiyor. Tabi bunu red edip – geri geliyoruz. Onun dışında da fazla bir ilgilenme yok. Kaba muayene ile geçiştiriliyor. Cezaevi doktoru daha duyarlı olsa da onunda imkanı yok ancak sevk yapabiliyor.

(25 yaşında erkek mahpus, 1,5 yıldır tutuklu yargılanıyor. Kalp kapakçığında daralma ve kalp romatizması var)

Hastanede Doktorlar ırkçı davranışlar göstererek “hem Devlete kurşun sıkıyorsunuz hemde sizi tedavi etmemizimi istiyorsunuz.” diyerek ırkçı davranışlar içine girmektedir. örneğin ellerimiz kelepçeli iken tedavi edilmesine karşı çıkarsak Tedavi edilmemekle tehdit edilmekteyiz.

(25 yaşında erkek mahpus, 2 yıldır tutuklu yargılanıyor, yüzde 79 görme engelli, cezaevinde 3 defa intihar girişiminde bulunmuş ciddi psikolojik rahatsızlığı var)

Ellerim kelepçelidir diye suçlu olduğumun kanıtı değil, kaldıki öyle olsa dahi bu doktorun sorunu değil, olmamalıdır.

(45 yaşında erkek mahpus. Toplam 12 yıldır cezaevinde. Cezaevinde geçirdiği kalp krizi ve geç müdahale nedeniyle kalbi yüzde 35 çalışıyor, ayrıca Wernicke-Korsakoff sendromuna bağlı çok sayıda sağlık sorunu var)

 

Bizim incelediğimiz bazı hasta mahpusların raporlarında, resmi olarak vurulan “dikkat kaçar kaçırılır” gibi uyarılara ek olarak, hastanın adli dosyasına dair, paylaşılmaması gereken, hekimin hastaya önyargılı yaklaşmasına neden olacak bilgiler yer alıyordu. Bir mahpusun adli dosyasına dair bilgilerin sağlık dosyasına konması hasta mahremiyetine aykırıdır. Aşağıdaki örnekte, bir mahpusun hastaneye sevk belgesine cezaevinde “(PKK)” notu düşülmüş (üstelik bu kişi, henüz hüküm giymemiş, tutuklu yargılanan bir insan ve PKK üyeliğinden ya da bağlantılı bir konudan yargılanmıyor):

5.1. Mahpuslara sağlık durumları hakkında bilgi verilmiyor

Pek çok mahpus, hastalıkları ve kendileri için düşünülen tedavi konusunda bilgi alamadıklarını veya ısrar ederek, zorlukla bilgi alabildiklerini anlatıyorlar. Götürüldükleri hastanelerde doktorların hastanın kendisini değil onu getiren askerî personeli veya infaz koruma memurunu muhatap aldıkları görülüyor. Bu temel hasta haklarından olan, Ceza İnfaz Sisteminde Sağlık Hizmetleri El Kitabı’nda da belirtilen bilgi edinme ve aydınlatılmış onam hakkının açıkça ihlalidir. Ayrıca, bu görevliler sağlık personeli olmadıkları için, hasta mahpusun kendi durumu hakkında sormak isteyeceği sorulara cevap vermeleri de mümkün değildir. Bunlara ek olarak, söz konusu görevlilerin hep aynı kişiler olmaması, hastanın dosyasının eksik gitmesi, aynı testlerin tekrar edilmesi gibi başka karışıklıklara, hem sağlık açısından risklere hem de zaman kaybı ve maddi kayıplara neden oluyor. Bu konuda aşağıda anlatılanlar gibi örneklerin yaşanmaması için, sağlık dosyasının bir kopyasının mahpusun kendisine de mutlaka verilmesini öneriyoruz. Hastaneye gitmek ve doktorlarla görüşmek konusunda zaten sıkıntı yaşayan mahpusların, nihayet muayene fırsatı buldukları zaman doktorlarıyla kendileri konuşup kendi durumları hakkında bilgi alma haklarını kullanabilmeleri çok önemlidir.

Revir veya hastaneye gittiğimizde hastalığımız hakkında bize bilgi verilmiyor biz öğrenmek için ancak raporlarımızı isteyebiliyoruz Kısaca duygularım ise ölürsem hangi hastalıktan öldüğümü bilmeden yaşıyor olmamdır insan yerine konulmuyoruz bunun için vijdan sahibi olan herkesin bu vahşette dur demesi gerekir düşüncelerim bunlardır.

(25 yaşında erkek mahpus, 2 yıldır tutuklu yargılanıyor, yüzde 79 görme engelli, cezaevinde 3 defa intihar girişiminde bulunmuş ciddi psikolojik rahatsızlığı var)

[Hastalığım konusunda] Dolaylı bilgi veriliyor. 3 yıldır buradayım; 3 yılda sadece 3-4 doktor doğrudan benle muhatap olup beni bilgilendirdi. Geri kalanı sanki hasta olan asker ya da cezaevi personeliymiş gibi onunla konuşuyor. Kimi zaman bu da yapılmıyor. Cezaevine dilekçe yazarak revire çıkmanız ve oradaki doktordan öğrenmeniz gerekiyor. Lütfedip revire çıkarırlarsa, bilgilendirirlerse neyiniz olduğunu, ne yapılacağını öğrenebiliyorsunuz. Bazen de eksik evrak yüzünden bilgilendirme yapılmıyor. Dosyanıza işlenmemiş ve hiç hastaneye gitmemişsiniz gibi boşa çıkartılıyorsunuz. “Emin misin, ne zaman gittin, yanlış hatırlıyorsun, bak gitmemişsin. Gitsen belli olurdu” deniliyor. İnsan kendinden şüpheye düşüyor. Ve her şey başa sarıyor… Yani bilgilendirmeler sürekli aksıyor ve tam, teferruatlı bir bilgilendirme yapılmıyor.

(38 yaşında kadın mahpus, toplam 12 yıldır cezaevinde. Kalp kapakçıkları değişmesi gereken ağır kalp hastası)

 

Rahatsızlığıma gelince, doktorların söylediğine göre bir kapakçıkta –kalp- küçülme var. Birde kalp romatizması. Tabi bunların ne olduğunu çok bilmiyorum. Genel anlamda yaşamda bir yorgunluk var. Zaten fazla hareket ettiğimde çarpıntı ve yorgunluk oluyor. (…) Dışarıda da bazen rahatsızlığım oluyordu ama genelde doktorlar [yok] birşey diyorlardı. Yani herhangi bir teşhis konulmadı. Burada yaklaşık bir yıl önce biraz rahatsızlandım. El ve ayaklarımda şişme oluyordu. O zaman doktora gittiğimde bu teşhis konuldu. Tabi bana bir açıklama yapmadılar. 15 günde bir iğne kullanıyorum ve hergün bir hap alıyorum. Ama görünür bir düzelme yok. Bu teşhis’ten sonra revire çıkabiliyorum. Tabi doktor hafta iki defa ve yarım gün geliyor. Ona göre iğneye çıkıyorum. (…) Burada elimiz kelepçeli gidince doktorlar insana farklı yaklaşıyor. Yani ilgilenme, bilgilendirme vs. yok. Mesela neyim olduğunu, ne yapmam gerektiğini bana söylemiyor. Gardiyana anlatıyor. O ilacı getirip veriyor. Hastalığımı ancak ikinci gidişimde öğrendim.

(25 yaşında erkek mahpus, 1,5 yıldır tutuklu yargılanıyor. Kalp kapakçığında daralma ve kalp romatizması var)

Hastalığım konusunda doktorların üstün-körü anlatımları oldu. Esas olarak kendi ailem üzerinde başka ta[nı]dık doktorların verdikleri bilgilerle ve kendi araştırmalarımla bilgi edindim. Onun dışında pek ayrıntılı, yaşamımla ilgili nasıl davranmam gerektiği vb. konularda hiçbir bilgi alamadım. Ben kendim ve arkadaşlarımın uyarılarıyla dikkat etmeye çalışıyorum.

(45 yaşında erkek mahpus. Toplam 12 yıldır cezaevinde. Cezaevinde geçirdiği kalp krizi ve geç müdahale nedeniyle kalbi yüzde 35 çalışıyor, ayrıca Wernicke-Korsakoff sendromuna bağlı çok sayıda sağlık sorunu var)

 

Biz sürekli bir “paket”iz. Kollarımızın altından askerler tutar ve önümüz arkamız askerdir. Doktorun odasına “sürü” olarak gireriz. Doktor çoğu zaman yüzüne bakmadan dosyayı karıştırır ve hızla başından atar.. Çoğu zaman doktorun ne dediğini c.evi idaresine sorarak öğreniriz. Böylesi koşullarda ne bilgisi, ne duygusu…

(36 yaşında erkek mahpus, 14 yıldır cezaevinde. Mesane kanseri)

Hastalıklarım konusunda tam anlamıyla tarafıma bilgi verildiğini söyleyemem. Genellikle bu konuda ben zorlayıcı oluyorum. Çoğu zaman ısrarlarım üzerine sınırlı da olsa tarafıma bilgi veriliyor. Elbette görevleri gereği işini iyi yapan doktorlar da var. Bunlar çok daha ilgili ve insani yaklaşıyorlar olaya. 

(37 yaşında kadın mahpus, görme engelli ve meme kanseri. Rahatsızlığı nedeniyle tahliye edildikten sonra yeniden hüküm giymiş, toplam 11,5 yıldır cezaevinde)

Hastalığımı dışardan biliyorum. Aourt koortasyonu. Onun dışında bana şimdiye kadar yazılı verilen kağıt dışında bilgi verilmiyor. Anjiyo olurken ısrarla doktorla konuşmak istedim ancak doktora çıkarılmadım. Hani insan doktora gider muayene olur oturur hastalık konusunda ve yeni gelişme ve olası olumlu olumsuz etkileri, neler yapılabilirler üzerinde konuşur bildiğim kadarıyla. Ama bunların hiç birisi şimdiye kadar olmadı ve olmuyor. Muayene bittimi hemen üstün giy dışarda bekle, yada refakat eden personel ben sana iletirim retoriğiyle karşılaşıyorsun yani bıktırı usandırıcı bir yaklaşım bu.

(35 yaşında erkek mahpus, 4 yıldır cezaevinde. Kalp ve yüksek tansiyon hastası)

 

5.2. Hasta mahremiyeti ve hastaya kötü muamele

 

Ceza İnfaz Sisteminde Sağlık Hizmetleri El Kitabı’na göre,

hastaların yalnız olarak muayene edilmeleri deontolojik bir kuraldır. Ancak, hekim kendi güvenliği açısından muayene sıra­sında bir İKM’nin bulunmasını sağlayabilir. (2012: 160)

Hasta mahpusun muayenesi sırasında askerlerin veya infaz koruma memurlarının odadan ayrılmaması hasta mahremiyetine aykırıdır ve bu durumun da mahpusları ciddi şekilde rahatsız ettiği görülüyor (can güvenliği açısından görevlilerin odada bulunması gereken durumlar olabilir, ancak gözlemlerimize göre bu durum böyle istisnalardan çok daha sık yaşanıyor).

Cezaevi personeli ve asker sürekli sizi teşhir ediyor. Hastaneye gittiğinizde asker silahlarıyla yanınızda, muayene öncesinde tüm hastaneyi tavaf ediyorsunuz. “Açılın, açılın!” diye insanları iterek güya size yol açıyorlar. İnsanlar tepkileniyor, size öfkeyle, tuhaf tuhaf bakıyor. Asker muayeneden çıkmıyor. Çıksa da cezaevi personeli sağolsun tüm hastalığınızı askere anlatıyor. Mahremiyet yok. Cezaevi personeli başlı başına bir vaka. Sözgelimi fenalaşıyorsunuz: “Bir aspirin al, ağrı kesici al, bana da oluyor, bir şeyin yok” diyerek hastalığınızı bilinçli bir şekilde sürekli sıradanlaştırmaya çalıştığı gibi sizi psikolojik olarak zorlamak amacıyla ilginç diyaloglara giriyor. Hastaneye gittiğinizde her şeyi bilen allame-i cihan havalarıyla sizi hastane içinde dört döndürüyorlar. Doktorların istedikleri evraklar yanlarında değil. Belki bir baş ağrısında kendileri revire giden, hastaneye giden gardiyanlar sizin hastalıklarınızı küçümsüyor, önemsizleştirmeye çalışıyor.

İnsanı en acıtansa hipokrat yeminli doktorların yaptığı muamele. Yargılamanız devlet mahkemelerinde bitse bile her muayenenizde her doktor hakim olup sizi baştan yargılıyor. Soyunmanız gereken durumlarda dahi asker çıkmıyor, doktor “güvenlik” gerekçesiyle kılını kıpırdatmıyor. Yüzünüze bakma zahmetinde dahi bulunmuyor. Sanki hasta gardiyanmış gibi onunla muhatap oluyor.

Söylediklerim belki size abartılı gelecek ama inanın 3-4 kişi dışında işini etik ölçülerle yapan sağlık personeline rastlamadım. Yüzünüze dahi bakılmıyor. Asker-gardiyan muamelesi bir yana, bu çok daha acıtıcı. (…)

(38 yaşında kadın mahpus, toplam 12 yıldır cezaevinde. Kalp kapakçıkları değişmesi gereken ağır kalp hastası)

 

Şu ana kadar dış hastane sevklerinde 2 doktorun meslek dışı yaklaşımlarıyla karşılaştım. Biri 2010’da gittiğim göğüs hastalıkları doktorunun yaklaşımıydı. *** Devlet Hastanesi’ne gitmiştim. Doktor, bırakın derdimi dinlemeyi, içeriye girer girmez “bunlar hasta değil, sorunları psikolojiktir. Ne diye devleti masrafa koyup onları getiriyorsunuz” dedi. Cevap vermeye çalışırken askerler beni odadan çıkarttı. Bir diğeri ise ***’deki bir cerrah doktorun yaklaşımlarıydı. Sözünü ettikleri ameliyatım hakkında bilgi istedim, o doktor vermeyeceğini söyledi. Dıştalayan, hor gören, kaba yaklaşımları vardı.

(37 yaşında kadın mahpus, görme engelli ve meme kanseri. Rahatsızlığı nedeniyle tahliye edildikten sonra yeniden hüküm giymiş, toplam 11,5 yıldır cezaevinde)

 

Hasta mahpuslar ayrıca, hastanede uygunsuz koşullarda tutulduklarını, tedavilerinin aksatıldığını, aşağılandıklarını, ayrımcılığa uğradıklarını ve bu durumlar karşısında sağlıklarını emanet etmek konusunda kendilerini güvende hissetmediklerini anlatıyorlar:

Hastanelerde dar havasız hiçbir yeri görülmiyecek bodrum (zemin) kat denilen bir bölümü alınıyoruz. kendi paramızla yiyecek içecek alamiyoruz sadece cezaevinde “komaniyo” denilen bir çeyrek ekmek oda bayat yenilmiyecek durumda. ya bu piknik reçellerden yağlarda yada yıkanmamiş bir domates patates yiyilmiyeceklerden veriliyor akşama kadar aç susuz bekletiliyoruz. (…) Daha önce hastanede yattığım dönemler ya zemin kat ya da bodrum yerlerde tedavi edildim. Hiçbir hava alamiyorduk (temiz) 24 saat hep içerdeydik havalandırması yoktu dolaşamiyorduk. Düşününki elbiselerimizi yıkadığımızda içerde asmak zorundaydık. Yine ailelerimiz görüşümüze geldiğinde askerler zorluk çıkariyordu psikolojik baskı bana uyguluyordu aileme uyguluyorlardı. Buda tedavimi olumsuz etkiliyordu.

(38 yaşında erkek mahpus. 20 yıldır cezaevinde. Bir akciğeri veremden dolayı alınmış, nefes darlığından dolayı makineye bağlı)

Anjiyo olurken doktor tarafından acilde kalmam en az 3 saat gerekliydi. Çünkü vucudumda verilen ilacın su içilerek çıkarılması ve kum torbasından dolayı hareket edememden kaynaklı bu sure gozetimde olmam bir zaruriyetti. Ancak anjiyo odasından çıkarıldığım gibi hastanenin mahkum hücresine konuldum. Kapı kilitlendi üç saat boyunca hiç kimse gelip sormadı- öyle kaldım en son kendim ne olursa olsun diye kalkıp kapıya vurdum su istedim içme suyu verilmedi lavabo suyu içtim. Bu tavır ve yaklaşım hastaneden mi, doktordan mı, hemşireden mi bilemiyor. Ama bu tutum beni ziyadesiyle kötü etkiledi. Şimdi başka acil hastalıklarım var Hemorît gibi bayada ilerlemiş ama gitmiyorum- çünkü olması gereken yaklaşım yok. zaten normal kontrollere gittiğim zaman EKG çelirken sanki uzanan bir insan değilde bir başka yaratıktır yaklaşımı insan hissedebiliyor. Tum bunlar bir tavır ve yaklaşım değilde nedir? 

(35 yaşında erkek mahpus, 4 yıldır cezaevinde. Kalp ve yüksek tansiyon hastası)

 

Ameliyat  olacak  ve  birkaç gün orada  kalıp  gelecektim.  Fakülteye  gittiğimizde  koridorda (…) bir doktorla  karşılaştık.  Doktor  yüksek  sesle  askerlere  ve gardiyana  “Burada  yer  yok,  geri  götürün  ” diyordu.  Epey tartışmadan  sonra  beni  alıp  morg  bölümüne  götürdüler.  Nöbet bekleyen  askerler  bile  ürküyordu. Küfürler  ediyorlardı.  Bir  an önce  morgdan  gitmek  istiyorlardı.  Saatlerce  orada  bekletildim. Kulağıma  gelen haberlere  göre  Fakülte  yönetimi  hasta  mahkum  ve asker  gören  “müşterilerinin”  rahatsız  olmalarından endişeleniyorlarmış.  Akşam  saatlerine  kadar  morgda  bekletildikten sonra  ”ameliyat  yapılmayacak”  denilerek hastaneye  geri getirildim.  

Yine  günler  geçmeye başladı.  Bu  geçen  günler  içersinde  bir doktorun “sendeki  %70  kanser  tümörü” demesiyle  şok  oldum.  Bu sefer “bari  Devlet  Hastanesinde  ameliyat  olayım,  zaman geçmesin”  dedim.  Devlet  Hastanesine  götürüldüm.  Saatlerce kirli,  pis  kokulu  ve  havasız  odalarda  tutuldum.  Odada kelepçeler  açılmıyordu.  Saatler geçince  sıkıştım  ve  sorumlu askere  ve  sorumlu  askere  tuvalete  gideceğimi  söyledim.  Beni odadan  çıkarttılar  ama  tuvalet  ihtiyacımı  karşılayacağımı söylememe  rağmen  kelepçeyi  açmadılar.  Bu  şekilde  tuvalet ihtiyacımı  karşıyamayacağımı  söyleyince  ”Keyfin  bilir  ister yap,  ister  yapma”  dediler.  Aynı  sorumlu  asker  beni  doktora götürünce  doktora  şöyle  diyor  ve  gülüyordu: “Hocam  şimdi  siz bunun  mesanesini  aldığınızda  aşağısı (erkeklik organı kastediliyor )  iptal  olacak  değil  mi?” Doktor da  “Aynen  öyle”  diyordu.  Tüm  bu  yaklaşımlar  bana  sağlıklı gelmedi  ve  orada  ameliyat  olmadım. (…)

(Bir süre sonra başka bir hastanede) Küçük  bir  odada  5  kişi kalıyorduk  ve  temizlik  üstünkörü  yapılıyordu. Yanımızdaki hastalar  altlarına  ediyordu  ve  kokudan  içerisi  berbat  oluyordu. Pencereler  kapalıydı  ve  tek  bir  bozuk klima  vardı. O koşullarda  ameliyat  edildim.  Tekrar  F  tipi  cezaevine gönderildim.  Orada  eşyalarımı  tek  başıma taşıyarak  üç  kişilik bir  odaya  verildim.  Orada  bir  süre  kaldıktan  sonra  tekrar Antep’e  getirildim.  Ameliya üzerinden 2-3  ay geçince  tekrar Antep’te  kontrola  gittim. Sözde  tomografi  çekildi  ve ”tertemizsin”  denildi.  Ama 8  Aralık’ta Adana’ya  götürülünce o tertemiz  mesanede  yine  bir  kitle  görüldü. (…) Beni hastanenin  alt  katında  bir  odaya koydular.  Odada  *** adlı  bir  tutuklu  da  vardı. Saat 11 de  o  hastaneye  yatırılmama rağmen  bana  öğle yemeği vermediler. Yanımdaki  tutukluya yemek getirilmişti  ama  bana  verilmiyordu. “Bari  battaniye,  nevresim verilsin” dedim,  o  da verilmedi. Akşam  oldu, yanımdaki  tutukluya yemek  getirildi, bana  öğlen  verilmeyen  yemek  akşam  da verilmedi. Kendime  duyduğum  saygı  nedeniyle  ses  çıkarmadım. Battaniye  ve  nevresimi  tekrar  istedim, gece  geç saatlerde  ancak battaniye  ve  nevresim  verildi. Ertesi  gün  yemek  vermeye başladılar  ama  bu  sefer  de  hiç  kimse benimle  ilgilenmedi. Önceki  ameliyat  deneyimimden biliyorum, günlük  tansiyon,  ateş, vb. ölçerlerdi, artık  kimseler gelmiyordu. Fazla  sorun  etmedim. Cuma günü  yani  21  Aralık ta  ameliyata  alındım. Ameliyat  sonrasında bekletildiğim  bölümde  mensup  olduğum  harekete  hakaretler  eden ve  bunu  benim  yanımda  yapan  personeller vardı. En  son  asker dayanamadı  herhalde  o  müdahale  etti. Sonra  hastanenin  alt katına  eski  yerime  indirildim. Yatağa  bırakıldığımda  orada  bir hemşire  duruyordu. Beni  azarlarcasına  konuşmaya  başladı. “Biz senin  yanına  refakatçi  bırakmayacağız, ayrıca  ben  de  senin yanına hiçbir  hastabakıcı  filan  göndermeyeceğim,  kendi işini kendin  yapacaksın” dedi. “Ben  nasıl  yapayım  yeni  ameliyattan çıktım” deyince dönüp  adli  mahkuma  “sen  yap  o  zaman”  dedi. Adli  mahkum  “ben  yapamam”  deyince  ben  araya  girdim,  neden böyle  tavır  sergilediğini sordum. “Telefonumu  kapıda  bırakıp sana  bakmaya  mecbur  değilim” dedi. Onu  şikayet  edeceğimi söyledim. “İstediğin  yere  şikayet  et” deyip  çekip  gitti. Takılı  sondamı  dahi  ameliyatı  yapan  doktor  değiştiriyordu.  Zaten doktordan  başka  da kimseden  insanca  bir  tavır  görmedim.

(Taylan Çintay, 36 yaşında erkek mahpus, 18 yıldır cezaevinde, mesane kanseri. taylancintayahayat.wordpress.com sitesinde yer alan bilgi).

 

Hasta mahpusların hastanelerde gördükleri kötü muamele, önemsenmeme, durumlarının ciddiye alınmaması, kendilerine bilgi verilmemesi gibi olumsuz davranışlar; cezaevi idareleri ve personelinden ziyade hastaneler ve sağlık çalışanlarından kaynaklanıyor. Ancak, askerlerin muayene sırasında hastanın yanından ayrılmaması, hastaya ait adli bilginin doktorla paylaşılması gibi, askerlerden ve cezaevi personelinden kaynaklanan durumlar da mahpusların olumsuz davranışlarla karşılaşmasını beslemiş oluyor. Burada hem cezaevlerine bağlı çalışanların bu gibi davranışlardan kaçınmasını, Ceza İnfaz Sisteminde Sağlık Hizmetleri El Kitabı’nda ve yasalarda belirtildiği gibi davranmasını sağlamak ve kontrol etmek, hem de hastane personeline özellikle insan hakları konusunda eğitim vermek olumlu sonuç verebilir. Sağlık personelinin, tıp fakültelerinden başlayarak insan hakları ve etik konusunda sağlam bir eğitim alması, bu kapsamda hasta hakları ve mahpus hakları konusunda da bilgilendirilmeleri gerekiyor. Sağlık Bakanlığı’nın Alo 184 SABİM hattı, bu gibi ihlallerin izlenmesi ve gereğinin yapılması konusunda önemli bir adımdır. Mahpusların da bu ve benzeri kanalları kullanması kolaylaştırılmalı ve teşvik edilmelidir.

5.3. Mahkûm koğuşlarının durumu

Burada belirtmek istediğimiz bir diğer nokta, cezaevlerindeki hastaların sevk edilebildiği büyük ve teşekküllü hastanelerin bir bölümünde “mahkûm koğuşu” bulunmamasıdır. Bu durum özellikle önemli hastalıkları olan mahpusların yatarak tedavi edilmesini engelliyor, geciktiriyor, veya daha uzak bölgelere sevk edilmelerini gerektiriyor. Örneğin,  Diyarbakır cezaevinde bulunan bir mahpus, Dicle Üniversitesi Hastanesi’nde mahkûm koğuşu tadilata alınıp tadilat 2 yıl kadar devam ettiği ve bölgede mahkûm koğuşu bulunmadığı için, olması gereken ameliyatın yapılamadığını belirtiyor. Bu tür nedenlerle yaşanan gecikme ve aksamaların hayati sonuçları olabiliyor. Cezaevlerinde devletin sorumluluğu altında bulunan insanların, sağlığa ilişkin haklarının eksiksiz kullanabilmeleri için, cezaevlerinin bulunduğu yerdeki donanımlı hastanelerde “mahkûm koğuşu”nun mutlaka bulunması sağlanmalıdır. Acil durumlarda mahkumların hastanelerin normal servislerinde, kapıda askerler bekleyerek yatırılması hem diğer hastalar ve hastane çalışanları hem de hasta mahpuslar, ziyaretçileri ve cezaevi personeli bakımından sıkıntı yaratıyor.

Her hasta gibi, hasta mahpusların da temiz havaya, yürüyüp dolaşacak alana, gökyüzünü görmeye, yakınları tarafından ziyaret edilmeye ihtiyacı ve hakkı vardır. Mahkûm koğuşlarının düzenlenmesinde bunlar unutulmamalı, ihmal edilmemelidir. Mahkûm koğuşlarının penceresiz veya izbe bodrum katları, morgun yanı vb gibi yerlere yapılması açık bir ayrımcılıktır. İnsanları aşağılayıcı ve rencide edici bu tür uygulamaların sağlıkla ilgili ya da adli bir gerekçesi olamaz.

6. Mahpusların çoğu hasta haklarını bilmiyor

Yukarıda anlatılan şikayetlerle ilgili temel bir konu, hasta hakları, bunların bilinmesi ve kullanılmasıdır. Hasta mahpuslara mektupla gönderdiğimiz sorular arasında “Hasta haklarını biliyor musunuz? Haklarınızı kullanabiliyor musunuz?” sorusu (soru 10) da bulunuyordu. Bu soruya verilen cevaplar, cezaevlerindeki hastaların hemen hiçbirinin hasta haklarından haberdar olmadığını ortaya koyuyor. Mahpusların bazıları bunu bilseler de zaten kendilerine faydası olmayacağını, haklarını kullanamayacaklarını söyleyen olumsuz ve umutsuz bir tavır içindeler. Bazı mahpuslar ise tam tersine bu hakları bilmek ve kullanmak istediklerini belirterek, bizden kendilerine hasta hakları hakkında bilgi göndermemizi istiyorlar.

Hasta haklarını tam bildiğimi söyleyemem. Ama sürekli bir manga askerle her yere birlikte giden biri için “Hasta hakları” demek lüks olur. Sıradan insani haklarımın tanınmadığı bir yerde, bir de “hasta hakları” için bir şeyler istemek trajikomik sahnelere vesile olacaktır.

(36 yaşında erkek mahpus, 14 yıldır cezaevinde. Mesane kanseri)

Doğrusu hasta haklarına dair metinler okumuştum, zaten gittiğim hastanelerde tabela halinde görülecek biçimde panolara asılıydılar. Ama üzerine düşünüp etüt etme durumum olmadı.

(43 yaşında erkek mahpus, 19 yıldır cezaevinde. Bir böbreği alınmış, kalp ve depresyon hastası)

Hasta hakları pek bilmiyorum. Sade bildiğim şey hiç bir dil din ırk renk gözetmeksizin insanları yani hastaları tedavi olma hakkları var. Bunun dişında hiçbir hasta haklarını bilmiyorum. Bilemediğim içinde bu hakkımı kullanamiyorum. Bu hasta haklarım nelerdir ve nasıl kullanmam gerekiyoruna dair yardımcı ve katkınızı bekliyorum.

(38 yaşında erkek mahpus, 20 yıldır cezaevinde. Bir akciğeri veremden dolayı alınmış, nefes darlığından dolayı makineye bağlı)

Hasta haklarını biliyorum. Ancak kullanamıyoruz. Örneğin; Doktor seçme hakkımız yok. Hangisi denk gelirse, ya da boş olursa ona gösteriliyorsun. Tercih etme durumunuz olursa muayene etmeden geri getirilirsiniz bu kadar basit!?. Sürekli aynı doktora muayene olamıyorsun, dolayısıyla takibide yapılmıyor, yapamıyorsun… 

45 yaşında erkek mahpus. Toplam 12 yıldır cezaevinde. Cezaevinde geçirdiği kalp krizi ve geç müdahale nedeniyle kalbi yüzde 35 çalışıyor, ayrıca Wernicke-Korsakoff sendromuna bağlı çok sayıda sağlık sorunu var)

 

Birebir hasta hakları nelerdir, bilmiyorum. Ama genel olarak insan haklarından yola çıkarak haklarımı aramaya çalışıyorum. 

(37 yaşında kadın mahpus, görme engelli ve meme kanseri. Rahatsızlığı nedeniyle tahliye edildikten sonra yeniden hüküm giymiş, toplam 11,5 yıldır cezaevinde)

 

Hasta haklarını bilmek çok işinize yaramıyor. Elbette biliyorum ama hasta hakları cezaevinde geçerli değil. Kağıt üzerinde kalıyor ve bu yüzden kullanamıyorsunuz.

(38 yaşında kadın mahpus, toplam 12 yıldır cezaevinde. Kalp kapakçıkları değişmesi gereken ağır kalp hastası)

Çalışmamız kapsamında, hasta hakları konusunda bilgi edinmek istediğini yazan mahpuslara, Sağlık Bakanlığı’nın belirttiği şekliyle hasta haklarını göndermeye çalıştık. Bu bilginin her cezaevine gönderilecek broşürlerle yaygınlaştırılmasının iyi olacağını düşünüyoruz. İstanbul Tabip Odası bu konuda işbirliğine açık olduğunu belirtiyor.

7. Hasta mahpuslar hastane cezaevi için ne diyor?

 

Basına da yansıyan bilgilere göre, Adalet Bakanlığı, Türkiye’nin her yerindeki, durumu ciddi olan hastaların İstanbul Metris Cezaevi’nde yeni kurulan “hastane cezaevi”ne nakletmeyi ve burada tedavi edilmelerini düşünüyor. Çalışmamızda cezaevlerindeki hastalara bu “hastane cezaevi” hakkında ne düşündüklerini, burada tedavi olmayı isteyip istemediklerini sorduk. Aldığımız yanıtlar, mahpusların bu proje / uygulama konusunda fazla bilgi sahibi olmadıklarını gösteriyor. Açıkçası biz de bunun nasıl bir uygulama olduğunu bilemiyoruz, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği ile bu cezaevini gezmek amacıyla Adalet Bakanlığı’na başvurduysak da şimdiye kadar bu imkânı bulamadık. Gönderdiğimiz mektuplara Metris R Tipi (“Hastane”) Cezaevi’nden gelen tek yanıtta, bu cezaevi ile ilgili soru cevaplanmamış, diğer sorularda da cezaevi koşullarına dair herhangi bir bilgi verilmemişti. Hasta mahpusların hastane cezaevinde tedavi olmakla ilgili görüşlerinden bazıları şöyle:

 

Eğer hasta Tutukluların Tedavisi gerçekten alacaksa güzel bir çalışma olacağını düşünüyorum ve Gözlerimin tedavisi içinde hastane cezaevinde Tedavi olmak için kalmak isterim ancak bu ne kadar olur onu bilmem her şeyden önce önemli olan Sağlık olduğu için önemli bir adım olarak Adalet bakanlığının düşüncesine önemsiyorum ancak bu ne kadar gerçekçi bir çalışılmadır onunda tartışılması gerekir.

(25 yaşında erkek mahpus, 2 yıldır tutuklu yargılanıyor, yüzde 79 görme engelli, cezaevinde 3 defa intihar girişiminde bulunmuş ciddi psikolojik rahatsızlığı var)

Hastane cezaevinde tedavi olmak istemiyorum. Bunları insana dayatıp insanları suçlu ilan ediyorlar. Ben tedavimi çıkınca yapmak istiyorum. Çünkü ben suçlu değilim.

(25 yaşında erkek mahpus, 1,5 yıldır tutuklu yargılanıyor. Kalp kapakçığında daralma ve kalp romatizması var)

Hastane cezaevinde tedavi olmak istemem. Bu kadar ağır hastaları ısrarla cezaevinde tuttuktan, hepsini “tedavi” adı altında toplama kampı gibi bir yerde topladıktan sonra ne tedavisi, ne iyileşmesi? İnsanların çoğunun hastalıklarının sebebi zaten cezaevi. Bir de “hastane cezaevi” adı altında kendi yaptıklarını onarabileceklerini mi sanıyorlar? Kanser hastası, kalp hastası, böbrek hastası, ciğer hastası, ağır psikolojik hasta, böyle hastalıkları olan insanları cezaevi hastanesi mi iyileştirecek? Yapacakları tek şey insanların son günlerinde dahi; mahkumiyet ve hastalık psikolojisini bir arada vererek işkence etmektir. İnsanlar kalan kısıtlı zamanlarını dışarıda sevdikleriyle geçirmek istiyor. Devlet bunu bilmiyor mu? Bu kadar hasta insanı tutuklu bırakıp kocaman hastane cezaevleri açacaklarına ve bunun üzerinden kendilerini hizmet veriyor gibi göstereceklerine bu ölüm döşeğine gelen insanlardan korkmayı bırakıp salsınlar. Son günlerini bari sevdikleriyle geçirsinler. Yoksa hastane cezaevi-normal cezaevi… Ne farkı var ki?

(38 yaşında kadın mahpus, toplam 12 yıldır cezaevinde. Kalp kapakçıkları değişmesi gereken ağır kalp hastası)

 

Adalet Bakanlığına güvenmiyorum… çünkü onlarca tanıdığım arkadaş var. ve cezaevlerinde ölen arkadaşlarımız var Bunlar neden bırakılmıyor veya tedavi edilmiyor. Örneğin Hediye Aksoy İstanbuldaydı. Sürgün edildi. Dolayısıyla devlete bu konuda güvenim yok o yüzden istemiyorum- Daha acil insanlar var onlara öncelik verilsin eğer yapıyorsa Adalet Bakanlığı … böyle bir şeyi. 

(35 yaşında erkek mahpus, 4 yıldır cezaevinde. Kalp ve yüksek tansiyon hastası)

 

Basında bu haberi ilk duyduğumda irkildim. Bu nasıl bir şey? Hastaların olduğu bir hapishane, ama sadece hastaların! Hem de belirli bir süre de değil, süresiz burada infazlarını tamamlayacaklar. Bu yaklaşımın hukuki olarak karşılığı var mı? Varsa nedir? Bunu bilmiyorum. Ama bana göre bu yaklaşımın insani hiçbir yönü yok. Düşünün, hastanede kalan bir hastanın psikolojisi nasıl olur? Hastanedeki bir hasta taburcu olmak için günlerini sayar. Hastane psikolojik olarak insan üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Peki buraya toplayacakları hastaları ne yapacaklar ve böyle bir yerin cezaevinden ne farkı var? Evet bir farkı var, o da hastane denilen cezaevinde ağır bir hastalık havası çökecek ve bu ağır hava orada bulunan hastaların sağlığını, psikolojisini daha fazla olumsuz etkileyecek. Kesinlikle böyle bir yerde kalmak istemem. Nedeni ise yukarda belirttiklerimle birlikte şu an bulunduğum cezaevinden hiçbir farkının olmayacağıdır.

(37 yaşında kadın mahpus, görme engelli ve meme kanseri. Rahatsızlığı nedeniyle tahliye edildikten sonra yeniden hüküm giymiş, toplam 11,5 yıldır cezaevinde)

Adalet bakanlığının bu projesi tam bir Şark kurnazlığı ile insani olan her şeyin aşağılanmasının harmanlanmasıdır. “Hastane cezaevi” denilen şey ile yapılacak şey, tam bir tecrit olacaktır. Akli dengesi yerinde olmayanlar gibi hastanede, sürekli hasta elbiseleri ve rolleriyle duracaksındır.. Adalet bakanlığı burada neyi amaçlıyor.. Asıl amaç kimseyi uyandırmadan buradaki insanların devlete zarar vermeden ölmelerini sağlamak. Çünkü tam bir tecritte tutacak, ilişkilerini koparacak, ailenden koparacak, arkadaşlarından koparacak, kitaplardan koparacak… Seni sessizce öldürecek… Amaç bu. Başka bir şey değil..

(36 yaşında erkek mahpus, 14 yıldır cezaevinde. Mesane kanseri)

 

Hayır “Hastane-cezaevine” gitmek istemem. Zira mevcut durumda hem tedavim için gerekenler yapılıyor hem de sosyal olarak uygun bir ortamdayım. Bu “hastane cezaevi” projesi de sanırım pragmatik saiklerle düşünülen fazla düşünülmemiş bir proje. İklim, aile durumu ve tedavi dışında paylaşılan ortam açısından pek sağlıklı görünmüyor. Kaldıki tıbbi olarak hastanede tedavinin zorunlu seçenek olma durumu gözden kaçırılıyor.

(43 yaşında erkek mahpus, 19 yıldır cezaevinde. Bir böbreği alınmış, kalp ve depresyon hastası)

Elbette bende her hasta gibi tedavi olmak isterim. (…) Hastalar için istanbul metris cezaeviyle ilgili hiçbir bilgim yok. Tedavi koşulları nelerdir. Nasıl tedavi ediliyor. Ne tur ko[la]ylıkları var bilemiyorum. Biraz önce bahsettiğim bana aileme psikolojik bir baskı olacakmı. Örneğin ailem görüşüme geliyordu hastanede 15 20 dakka ancak görüş izni veriliyordu. Buda bende olumsuz etki yaratıyordu.  Bunlar yine varmı yokmu bilemiyorum. Tedavi beslenme koşulları nasıldır hiçbir bilgim yok. Hastalar için İstanbul metris cezaevi hakkında bana bilgi verebilir misiniz veya bu konuda mümkünse sizinle görüşmek isterim. Sanırsam benim ve benim gibi hastalarla görüşme imkanı bakanlık tarafından sağlıyordur. Buda olmazsa yazı bir mektupla paylaşabilirseniz sevinirim memnun olurum. Şuda vardır cezaevindeki bir hastaneden tedavi olmaktansa dişardaki bir hastanede tedavi imkanları sağlanılsaydı daha iyi olurdu. Bu konuda çabanızda olduğuna inaniyorum.

(38 yaşında erkek mahpus. 20 yıldır cezaevinde. Bir akciğeri veremden dolayı alınmış, nefes darlığından dolayı makineye bağlı)

“Hastane cezaevi” projesi en çok hasta mahpusları ve ailelerini ilgilendirdiği halde onların da bu konuda bilgileri olmadığı açık. Yukarıda belirtilen görüşler bilgiden veya tecrübeden ziyade çeşitli varsayımlara dayanıyor. Bu konuda hem mahpusların hem de kamuoyunun bilgilendirilmesi ve hasta mahpusların kendileri ve yakınları başta olmak üzere ilgili tüm taraflardan görüş alınması gerekiyor. Bu çalışma sırasında bizde oluşan izlenim, hastane cezaevinin, burada tedavi edilmeyi kabul eden, isteyen mahpuslar için olumlu bir imkân olduğu, ancak mahpusların dışarıda tedavi olma, ceza erteleme ve veda haklarının önüne geçmemesine dikkat edilmesi gerektiğidir. Burada mahpusun tercih imkânı mutlaka olmalıdır. Yukarıda belirtilen görüşlerde, mahpusların bir çoğunun “hastane cezaevi” uygulamasından dolayı dışarıda tedavi olma haklarını kaybetmekten korktuğu, “hastane cezaevi”nin bu amaçla kurulduğunu düşündükleri görülüyor.

Ayrıca unutmamak gerekir ki hastane cezaevi şu anda sadece İstanbul’da mevcut. Adana’daki bir mahpusu burada tedavi etmek onu ailesinden ve çevresinden koparmak demek olacak. Hastalar, özellikle iyileşme umudu olmayanlar doğal olarak ailelerinden ve yakınlarından uzağa gitmek istemeyecekler.

8. Ceza erteleme, hapishane dışında tedavi olma ve veda hakkı

 

Tedavi olmak her hastanın hakkıdır. Hapishane koşullarında tedavisi mümkün olmayan hastalıkları olan insanların, cezalarının ertelenmesi suretiyle cezaevinden çıkarılarak dışarıda tedavi olmaya, mümkün bütün tedavi seçeneklerini kendileri değerlendirmeye, ailelerinden, sevdiklerinden destek alarak iyileşmeye hakkı vardır. Bu, her insana tanınması gereken yaşama hakkıdır.

Öte yandan, tedavisi hiç mümkün olmayan hastalıkları olanların da, son günlerini hapishane dışında geçirmeye, hayatla ve sevdikleriyle rahat vedalaşmaya hakları vardır (“veda hakkı” kavramı, Türk Tabipler Birliği Cezaevindeki Hastalar İçin Kanser Danışma Kurulu Raporu’nda, ceza hukuku uzmanı Prof. Dr. Fatih Selami Mahmutoğlu tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır). Bu haklar yasalarda da tanınmıştır:

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16.maddesi ‘Hapis Cezasının İnfazının Hastalık Nedeni ile Ertelenmesi’ başlığını taşır. Bu maddenin 2. fıkrası ve Hapis Cezasının Ertelenmesi Hakkında Genelge’ye göre; “Diğer hastalıklarda(kanser hastaları gibi) cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.” Bu düzenlemeden yaralanabilmek için bir geri bırakma kararı gerekmektedir. Bu karar, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Anılan düzenlemeden açıkça anlaşıldığı üzere, geri bırakma kararına ilişkin olarak sorumluluk Adli Tıp Kurumundadır. Kurumun raporu sonucu, hükümlünün infazının ertelenmesine veya ertelenmemesine karar verilecektir. (Türk Tabipler Birliği Cezaevindeki Hastalar İçin Kanser Danışma Kurulu Raporu, 2010:17)

Fakat, 2012 yılının Eylül ayında kaybettiğimiz, mektup gönderdiğimiz mahpuslardan Güney Afrika vatandaşı Magdalena de Winnaar ile durumu basında da geniş yer bulan Muhlis Barut’un yaşadıklarından da gördüğümüz gibi, mahpusların cezaevi dışında tedavi olmasının ve son günlerinde yakınlarının yanında olmalarının önünde önemli engeller var. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in açıklamasına göre 2003-2012 yılları arasında 1621 mahpus cezaevinde öldü ve 24 Mayıs 2012 tarihi itibarıyla cezaevlerinde 49 kanser hastası var (buna karşılık, 2012’de Cumhurbaşkanı tarafından cezaları kaldırılan mahpus sayısı 6 – http://www.imc-tv.com/haber-dokuz-yilda-1621-mahpus-hayatini-kaybetti-4042.html#ixzz25dPsXjZN) Bu rakamların da gösterdiği gibi, hem yasal düzenlemelerde, hem de adli tıptan rapor alma sürecinin işleyişinde sıkıntılar yaşanıyor. Cezaevinde sağlık hakkının tam olarak kullanılamaması sonucu canlarını yitiren insanlardan geriye kalan sözlere bu dosyada yer vermeye çalıştık. Bu insanların son dileklerini yerine getiremeden hapishanede ölmüş olmaları hem acı hem utanç veriyor:

 

Yeşilkartı iptal edilince tartıştığı ve tekme tokat kovulduğu toplum sağlığı merkezini tüfekle bastığı gerekçesiyle tutuklanan ve 16 yıl hapse mahkum edilen kanser hastası Muhlis Barut, dün öldü. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ’ün devreye girmesi bile “Günleri sayılı” denilen Barut’un son saatlerini ailesinin yanında geçirmesine yetmedi. 24 yaşındaki kızı Gönül Barut’un Radikal’e aktardığı kadarıyla hayali, “İşkembe çorbası içmek, komşularıyla mangal yapmak ve yeniden çalışmaya başlamak” olan inşaat işçisi Barut, dün saat 10.30’da son nefesini verdi. Gönül Barut, “Hani cumhurbaşkanı devreye girmişti? Hani babam son günlerini bizimle geçirecekti” diye sordu.

İzmir ’de yaşayan inşaat işçisi Muhlis Barut, ailesine bakabilmek gittiği Libya’dan tifoyla döndü. Hastalık bir süre sonra karaciğer kanserine dönüşmüştü. Hakkındaki 16 yıl 8 aylık hapis cezası ise Yargıtay’da temyiz aşamasındaydı.

Barut, karaciğer kanseri ve siroz teşhisi sabit olmasına karşın İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan rapor almak üzere İstanbul’daki Metris Cezaevi’ne gönderilince kızı da peşinden İstanbul’a geldi. Barut için Cumhurbaşkanı Gül devreye girdi, Yargıtay’ın dosyayı öne alarak bir tedbir kararı olan tutukluluğu kaldırma kararı bile Barut’un son günlerini ailesiyle geçirmesi için yeterli olacaktı.

Verdiği mücadele neticesinde yalnızca refakatçi olarak babasının yanından kalma hakkını elde edebilen kızı Gönül Barut, Radikal’e “Tahliye olması için Adli Tıp raporu bekliyorduk. Öleceğine dair rapor gelmeden ölüm raporu geldi” dedi. Annesi ve erkek kardeşinin de İstanbul ’a geldiğini ancak savcılık izni olmadığı için görüşemediklerini belirten Gönül Barut, “Hani cumhurbaşkanı devreye girmişti. Hani babam son günlerini bizimle geçirecekti. Gözlerimin önünde öldü” dedi. Babasının son saatlerini “Dün akşam saat yedide mide kanaması geçirdi. Ciğerleri ağzından geldi. Serum taktılar. Beni yanında bırakıp gittiler” diye aktaran Barut, yoğun bakım yönündeki talebinin ise gece 02.00’ye kadar değerlendirmediğini savundu. Bu süre zarfında cezaevi savcısını ve müdürü aradığını belirten Gönül Barut, “Sonunda yoğun bakıma aldılar. Kalbi iki kez durdu. Çalıştırdılar. Üçüncüde geri dönmedi ve öldü. Babamın gözü açık gitti” diye konuştu. Gönül Barut kırgın ve öfkeli: “Ben şimdi babamsız nasıl yaşayacağım. Bu işin peşini bırakmayacam. Artık adalete inanmıyorum. Babama 16 yıl hapis veren mahkemeden ve tanıklardan şikayetçi olacağım. AİHM’e kadar giderek babamın hakkını savunacağım.”

Gönül Barut, babasının son günlerini 3 Eylül’de Radikal’e şöyle anlatmıştı: “Her gidişimde ‘Beni ne zaman çıkarıyorlar’ diye soruyor. Ramazan’da pide yiyemedi. Pide yemek istediğini söylüyor. Bana hâlâ ‘Siz çalışmayın, ben çıkınca çalışacağım’ diyor. Öleceğini bilmiyor, söylemiyoruz. Yanında ağlamıyorum, çıkınca ağlamaktan kendimden geçiyorum. Samatya’da da çarşamba günü doktorlarla toplanıp rapor vereceğiz dediler. Ne çarşambası belki bir günü bile yok. Babam ölüyor…” Muhlis Barut, kızının bu sözlerinin Radikal ’de yayınlanmasından tam 1 hafta sonra öldü.

Cumhurbaşkanı Gül, Muhlis Barut ile ilgili haberleri izledikten sonra yapılacak ne varsa incelenip yapılması için bir Cumhurbaşkanlığı yetkililerine talimat verdi. Köşk kaynaklarından edinilen bilgiye göre, Köşk’e “Henüz, cezası onaylanmadığı için hükümlü değil tutuklu, dosyası Yargıtay’da. Bu aşamada yasal mevzuat uyarınca, Cumhurbaşkanı’nın yetkisini kullanarak yapabileceği birşey yok, affetme yetkisi de bulunmuyor” şeklinde bilgi verildi. Gül’e Barut’un hastanede olduğu ve ailenin de kendisiyle düzenli olarak görüşebildiği bilgisi de iletildi.

(Muhlis Barut 10 Eylül 2012’de Metris Cezaevi’nden kaldırıldığı hastanede karaciğer kanserinden öldü.)

Suçum Türkiye’ye 1½ kilo kokain sokmaktı. Havaalanında yakalandım, bunun normal cezası 12 ½ yıl. Ben 58 yaşındayım, dolayısıyla burada daha kaç yıl kalmam gerekecek bilemiyorum. Hastanedeki doktor kanseri şimdilik kontrol ettiklerini söyledi ama iki sene sonra tekrar çıkacakmış. Bazen çok korkuyorum ve başıma ne gelecek bilmiyorum. Türkiye’de öleceğim diye korkuyorum. Burada güvenebileceğim ve konuşabileceğim kimse yok. (…) Çok kilo kaybettim ve yan etkilerden dolayı sıkıntılarım var ama yaşadığıma şükrediyorum. Gelecekte beni neler bekliyor bilmiyorum ama bir gün Güney Afrika’ya dönmeyi umut ediyorum ve bunun için dua ediyorum. Bir dahaki mektubumda sana durumumla ilgili her şeyi yazarım, belki sen ya da avukat arkadaşın bana bazı tavsiyeler verirsiniz. (…) Bana bulmaca göndermen mümkün mü lütfen, kafamı bunlarla meşgul edip başka şeyler düşünmememi sağlıyor. Bebeğin olacağına sevindim. İyi şanslar. Kendine iyi bak, yakında haberleşmek üzere.

Benim için yapmaya çalıştığınız her şey için tekrar teşekkür ederim. Şimdi benim için az da olsa umut var, her şey kapkaranlık değil. Tanrı seni ve aileni korusun ve kutsasın.

Tüm arkadaşlarına en iyi dileklerimle,

Magdalena.

(Magdalena de Winnaar 4 Eylül 2012’de Bakırköy Kadın ve Çocuk Cezaevi’nde, 58 yaşında lenf kanserinden öldü.)

(…) Kaldığı Kırıkkale cezaevinde mide rahatsızlıklarından ilaç tedavisi uygulanan Cahit Durmaz, ancak sekiz ay sonra Ankara’ya sevk edilince kolon kanseri teşhisi konuldu. Doktorlarca da çok geç kalındığı ve ölümcül bir seviyede olduğu söylenildi. Ankara Numune Hastanesi tarafından hastaya 6 ay evde kalıp tedavisinin yapılması gerektiği, cezaevi koşullarının hasta için ölümle sonuçlanacağı net bir şekilde ifade edildi.

Ankara Numune Hastanesi’nin bu raporu ve hayati uyarısı dikkate alınmadı ve hastanın İstanbul Adli Tıpa sevki ve buradan rapor alması istendi. Bu arada cezaevinde tedavisine ilaçlarla devam edilmeye çalışıldı. Fakat cezaevi şartlarından dolayı bu ilaç ve serumlar on beş gün geciktiği oldu. Adli tıpa götürülen Cahit Durmaz’ın, burada yapılan tetkik ve tahlillerden sonra durumunun ağır olduğu ve Cumhurbaşkanlığının hastayı serbest bırakması gerektiği yönde rapor verdi. Fakat alınan raporda usul eksikliği var denilip işleme sokulmadı ve tekrarı istendi. Asıl sebebi ise cezaevi yetkilileri dile getiriyordu: “Siz misiniz bizi bu hasta üzerinden haber konusu yapan” deyip engeller çıkarılıyordu. Bu arada Cahit Durmaz, 80 kilodan 49 kiloya düştü. Ellerini hareket ettiremeyecek derecede yatalak oldu, tuvalet, yeme, içme ihtiyacını koğuş arkadaşları yardımıyla gideriyordu.

Cahit Durmaz, bu art niyetli engeller sürecinde tekrar ağırlaşınca Ankara Numune Hastanesi’ne kaldırıldı. Doktorların bu hasta artık ölüdür dediği Cahit Durmaz’ın on gündür ölümü bekleniyordu. Sonuçta, ölümü kesin olarak bildirilen Cahit Durmaz, bile bile cezaevinde öldürüldü. Bu ülkede bir anne daha ağlatıldı ve çocuklar babasız bırakıldı. Ölmek üzere olan bir hastanın ölümü dahi anne, eş ve çocuklarından esirgendi. Bu ülkenin zulümlerine, ölümü dahi ailesine çok görülen bir zulüm daha eklendi.

Cahit Durmaz kardeşimizin Allah için cezaevinde olduğundan şüphemiz olmamakla beraber, her ne sebeple olursa olsun cezaevinde bulunanlar başta cezaevi idaresi olmak üzere devletin tüm ilgili birimlerinin emaneti altındadırlar. Devlet bu emanete sahip çıkmamıştır. (…)

Katılımcı STK’lar adına

 Mustazaf-Der İstanbul Şubesi

 

(Cahit Durmaz 28 Haziran 2012’de, Kırıkkale Cezaevi’nde kolon kanserinden öldü)

 

 

Yaklaşık üç yıldır Mersin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalan Yusuf Kardaş (56) isimli adli mahpus cezaevi koşulları nedeni ile siroz hastalığına yakalandı ve gerekli sağlık koşullarının oluşturulmaması nedeni ile 23 Mayıs (2012) günü yaşamını yitirdi. Kardaş’ın ailesi İHD Mersin Şubesi’ne başvurarak sorumlular hakkında gerekli girişimlerde bulunulmasını istedi. Kardaş’ın kızı Saadet Kardaş, ablasının yaklaşık üç ay önce babalarının görüşüne gittiğini ve o zaman hastalık belirtilerinin görülmeye başladığını söyledi. Ablasının, babaları hakkında “Yüzü çok donuktu, solgundu ve etrafa boş gözlerle bakıyordu. Neyin var diye sorduğumda bir şeyinin olmadığını söyledi” dediğini aktaran Saadet Kardaş, babalarının konuşamayacak durumda olduğunu ve cezaevi yetkililerine sorduklarında, “Bir kaç gün önce hastaydı ama şimdi iyi. Bir şeyi yok” cevabını aldıklarını belirtti. Kardaş, “Babam çok kötü durumdaydı ama iyi olduğunu söylediler. Sonraki gün de annem bunları duyunca Savcılıktan özel izin alıp babamın görüşüne gitti. Babam ve annem görüşürken babam baygınlık geçirmiş ve Mersin Devlet Hastanesi’ne kaldırılmış” dedi.

Kardaş, babasının sabah saatlerinde gittiği hastaneden tekrar cezaevine getirildiğini ve sağlık durumunda değişen bir şeyin olmadığını belirterek, “Cezaevine tekrar getirildiğinde gözlerini dâhi açamamış. Yapılan test ve tahlillerde ‘bir şeyi yok’ denilerek gönderilmiş. Biz sürekli olarak cezaevi yetkililerine sormaya başladık ama her defasında durumunun iyi olduğu söylendi bize” dedi. Babalarının bir ay boyunca kendilerini telefonla arayamayacak kadar kötü durumda olduğunu aktaran Kardaş, cezaevindeki yetkililere sürekli durumu hakkında soru sorduklarını ama yanıt alamadıklarını söyledi. Daha sonra babalarının siroz hastalığına yakalandığını öğrendiklerini belirten Kardaş, “Babamın durumu ağırdı. Yatırılması gerekirken hastaneye yatırılmadı. Ve hastalığını fark ettikten 3 ay sonra yaşamını yitirdi. Bizim canımız yandı. Başkalarının canının yanmasını istemiyoruz. Sorumlulukları kimse biz gereken işlemleri başlatacağız avukatımız aracılığı ile. Kasten ölüme terk edildi” diye konuştu.

(Yusuf Kardaş 23 Mayıs 2012’de Mersin E Tipi Cezaevi’nde 58 yaşında sirozdan öldü)

 

 

YÜREKLİ DOST KEZİBAN YILMAZ HANIMEFENDİ; 06.02.2011

(Uçmak istiyorum özgürce…) Duyarlı, sahici, zarif mektubunuzu 04 Şubat 2011 Cuma günü aldım. Ne kadar beni mutlu ettiniz. Hala kendime gelemedim. Mektubunuz benim için, bilseniz ne kadar değerli, umut dolu, sıcak… Bana el uzattınız. Değerli vaktinizi bana ayırdınız. Benim çığlığım derin kuyularda kaybolmadı, bana ses verdiniz. Size sonsuz derece de minnettarım, müteşekkirim.

Hafta sonu mektubunuzla uyudum. Umudun rengi “mavi” için de, mavi renkli kağıda duygularımı aktarıyorum. İçimde kanayan volkanı bilmem yansıtabilir miyim? Sanki içimden geçenleri siz duyuyorsunuz. Çıkmasam da artık gam yemem. Siz bana bu süreçte destek oldunuz ya… İçimden binlerce kelebekler, kuşlar uçuşuyor.

Size ömrüm oldukça yazacağım. Ne olur yazım hataları, cümle bozuklukları için kusuruma bakmayın. Nefes almadan yazıyorum adeta…

Beni anladınız ya .. Çok huzurluyum…

Keziban hanım, ben 16.05.1964 doğumluyum. Antalya / Kaş’lıyım. (…) Çalışma Sosyal Güvenlik  Bakanlığı’ nda 1993 yılında müfettiş olarak göreve başladım. (…) Bana ne yazık ki taşıma ruhsatlı silah verdiler görevim gereği. Ama silahı görünce ilk anda “ eyvah dedim, bu tabanca başıma iş açacak” . Olaydan 10 yıl önce bu duyguyu derin olarak hissettim, o an yüreğim yandı. Hiç elimi sürmedim.

Ben yapı olarak, son derece merhametli, yumuşak huylu, iyi kalpli, kimseye kötülüğü olmayan ve kariyerimi, işimi iyi yapabilmenin çabasındaki bir hanımdım. Evlenmek kısmet olmadı. Evimle işim arasında çalışırdım. Denetlediğim maktul beni 3 yıl rahatsız etti. Onun saplantılı duygusal taleplerinden bıkmıştım. Hep taciz ediyordu. Bu rahatsızlığımı ne aileme ne de iş arkadaşlarıma anlatabildim. (…) Kendim mücadele etmeye çalıştım. Olmadı, evime geldi. Ben de kafasına 6 el ateş ettim. Asla pişmanlığım yok. Ancak Çinlilerin bir atasözü var. “Birini öldürünce, iki kişilik mezar kazmak gerekiyormuş. Biri onun için, biri kendin için” (…) Hep içim acıyor, hala travma yaşıyorum. Ama kendim için anacığım, babacığım için dayanmalıyım. Buradan tabutla tahliye olmak istemiyorum.

(…) Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesi 19 Eylül 2008 de 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldım. Zaten beklediğim bir cezaydı. Yargıtay 1. Ceza Dairesi usulden bozdu. Yeniden 19 Ocak 2010 da 15 yıl cezayı aldım. Hükmüm henüz onaylanmadı. Hiçbir şey yapamıyorum. Anayasanın 104. maddesin( 114. madde de olabilir) den de hükümlü olmadığım için yararlanamıyorum. (…)

Ben gerek hastalığımın geç teşhis edilmesi gerekse teşhis edilen hastalığımın tedavisinin “ tedavi sırası” ve “ mahkum koğuşunda yer bulunmaması” gerekçeleriyle başlatılmamamsı nedeniyle bugün ölümün kıyısına gelmiş durumdayım. (…) Katı kurallar kaldırılsın. Zira hastalık hızla ilerliyor. Köşe yazarları , TV yorumcuları olaya el atsın. Antalya’ da beni ziyaret etsinler. Hiç olmazsa evime gideyim. Son köy sobanın yanında uyuyayım. Sizlerden istirham ediyorum. Sevgiyle kalınız. Çok yoruldum.

Gülay ÇETİN

(Gülay Çetin Temmuz 2011’de 47 yaşında Antalya Cezaevi’nde mide kanserinden öldü. Ölümünden 1 ay sonra Adli Tıp Kurumu’nun “5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 17. maddesi gereğince, hükümlünün hastalığının sürekli bir tedaviyi gerektirmesi gibi zorunlu ve çok ivedi bir hal olduğundan infaza ara verilmeli.” şeklindeki raporu geldi.)

 

 

Hapisteki hastalara ceza erteleme ile ilgili yasa maddesini aktararak, bu maddeyi bilip bilmediklerini, bundan yararlanmak için bir girişimleri olup olmadığını sorduk. Aldığımız cevaplar yine bu süreçteki aksamaları ortaya koyuyor. Bu aksamaların mahpuslarda büyük bir umutsuzluk, kırgınlık, güvensizlik ve öfkeye neden olduğunu görüyoruz:

13 sorunuzdaki maddeleri ayrıntı olarak bilmiyorum. Kaba anlamında haberim var. Hastalığı ağır olup sakatlık kocaman gibi hastalık nedeniyle cezanin infazı ertelenmesi gerektiğini ve buna görede raporların verilmesi gerektiğini kaba anlamda haberim var. Gerek belirttiğiniz çerçevede gerekse Cumhurbaşkanın özel affı için defalarca başvurularda bulundum. Üç kez İstanbul Adli Tip Kuruluna gönderildim. Hepsinde de olumsuz rapor verildi. Beni tahliye etmediler dişarda tedavimi göreyim. Çankırı devlet hastanesinin raporunda hayati tehlikesi var denilmesine rağmen o roporumu işleme konulmadı. En son İstanbul Adlı Tıp Kuruluna gittim yine rapor vermediler yani dişarda tedavi imkanı sağlamadılar. Roporlarıda ektedir. Ondan sonrada boş vermek istemedim çünkü ropor verilmiyor. Biz hastalara siyasi ve ideolojik yaklaşılıyor. Bassettiğim o kapalı ring araçlarıyla burdan İstanbul’a gidip gelmek hem sağlık açısından hemde psikolojik acısında oldukça beni etkiliyor. O ring araçlarıyla hastanelere dahi gitmek istemiyorum. Çünkü o ringler bellibaşına hastalık saçıyorlar. Sizlerde birer bilim insanları olduğunuzu ve hocalarımız olduğu gerçeğini biliyorum. Hipokrat yemini eden ve bunun gereğini en iyi bir şekilde yerine getiren değerli doktorlar vardırlar. Ama bu yeminlerini bir kenara bırakan çok farklı davranan doktorlarda azımsanamiyacak derecededir. Onlarca mahkümün cezaevlerinde yaşamlarını yetirilmesinin doktorların adli tıp kurumunun olumsuz roporların verilmesinin tedavilerinin engelenmesinin sonucudur tüm bu ölümler. Bundan dolayı Birçok doktorlara ve özelliklede İstanbul Adlı Tıp’ına hiç güvenmiyorum!!! Onlardan hiçbir beklentim ve umudumda yok! Dileğim umudum sizin gibi değerli hocalarımızın sivil toplum kurumların çabaları sonucu dişarda tedavi olmamızın imkanları sağlayabileceğinize inaniyorum!

(38 yaşında erkek mahpus. 20 yıldır cezaevinde. Bir akciğeri veremden dolayı alınmış, nefes darlığından dolayı makineye bağlı)

 

Adli Tıp’a 2-3 defa gittim. Her seferinde evrak eksikliği var denildi. Sonunda tamamlanmış haliyle gittim. Ondan da herhangi bir sonuç, bilgilendirme almadım. Yüzüme bakıp tansiyonumu ölçtüler sadece. Adli Tıp doktorları mesleki ahlaklarına, o hipokrat yeminlerine bağlı kalsalardı bu kadar çok ağır hasta zaten cezaevlerinde kalmazdı. Düşünmüyor değilim, nasıl vicdanları rahat bir şekilde işlerine devam ediyorlar? Cezaevlerinde her gün bir insan ölürken hiç mi kendilerini sorumlu hissetmiyorlar?

Hastalar ne sebeple tutuklu bulunursa bulunsun önce gerçekten insan muamelesi görmeleri gerekiyor. Bu esirgenmemeli. Devlet hasta tutsakları yok saymamalı, ısrarla ağır hastaları cezaevinde tutmamalı. Sonuçta bu hastalar da bu ülkenin evlatları. Neden zindan içinde zindan yaşatılıyor? Sapasağlam alınıyor insanlar işkencelerde sakatlanıp cezaevlerinde çürütülüyorlar. Tüm yaşananlardan sonra dışarıda bir nefes almayı çok görmemeliler. Emin olun bu insanlar her kuruma başvuruyorlar. Cumhurbaşkanlığına değin. Acıdır ki değişen bir şey yok. Sivil toplum kuruluşları daha sonuç alıcı tarzda çalışmalı. Gerek gündemleştirmede, gerek sonuç almada ciddi zafiyet var. iş bireyle kalmıyor, ailesi de cezalandırılıyor, toplumu da sonuçta. Toplum vicdanı yara alıyor.

(38 yaşında kadın mahpus, hastalığından dolayı tahliye edildikten sonra hükmü onaylanınca yeniden cezaevine konmuş, toplam 12 yıldır cezaevinde. Kalp kapakçıkları değişmesi gereken ağır kalp hastası)

 

“İnfazın hastalık nedeniyle ertelenmesi” ile ilgili kalp krizinden sonra başvuru yaptım. *** devlet hastanesi sağlık kuruluna sevk edildim. Bu konuyu biraz açmak istiyorum.

Sağlık kurulu hiçbir detaya girmeden mevcut dosyaya göre ve infaz savcılığının sorduğu sorulara göre hazırladığı raporla işi geçiştirmiş bulunmaktadır. Bu işin başından itibaren ideolojik yaklaşımının göstergesidir. Raporda “cezaevinde yatabilir.” şeklinde rapor hazırlamış. Taraflı davranmayı beyan etmiştir.

Bu konuda T.T.B.ne (Türk Tabipler Birliği) bir mektupla şikayette bulundum ve bilgilendirdim, yaşadıklarımla ilgili.

T.T.B.nin “F tiği sisteminin ve projesinin sağlam bir insanın dahi kalabileceği ve yaşayabileceği yerler değil” vb. şeklindeki açıklamaları ve raporları olmasına rağmen sağlık kurulları ve dolayısıyla doktorlar hangi veriye dayanarak ve hangi koşulları dikkate alarak “cezaevinde kalabilir” diyebilmektedir. İdeolojik yaklaşıldığının en somut örneğidir bu durum.

Bu rapor üzerine Adli Tıp’a başvuru yapılmış, ne zaman çıkar bilmiyorum. Ancak sağlık kurulu raporuyla ilgili sonuç çıkarmak zordur!.. Bekliyorum…

(45 yaşında erkek mahpus. Toplam 12 yıldır cezaevinde. Cezaevinde geçirdiği kalp krizi ve geç müdahale nedeniyle kalbi yüzde 35 çalışıyor, ayrıca Wernicke-Korsakoff sendromuna bağlı çok sayıda sağlık sorunu var)

 

Bu yasadan da haberim yoktu. Bu yeni mi çıkmış eskiden mi vardı bilemiyorum. İşleyişini de bilemiyorum. Başvuruda da bulunmadım. 

(35 yaşında erkek mahpus, 4 yıldır cezaevinde. Kalp ve yüksek tansiyon hastası)

 

Sözünü ettiğiniz yasayla ilgili şu ana kadar bir başvurum olmadı. Anayasanın 104. maddesinden yararlanmak için Cumhurbaşkanına başvuruda bulundum. Cumhurbaşkanının beni bırakması için ayrıca hem ailem, hem de geçen dönemin vekili olan Akın Birdal Cumhurbaşkanına başvuruda bulundu. 2009’un Eylül ayında *** Hastanesi Sağlık Kurulu tarafından bana “%85 engelli, tek başına yaşamını sürdüremez raporu” verildi. Hükümlü olmadığım için bu rapor işleme konulmadı. 2011 yılında savcılığa tekrardan başvuruda bulundum. Yine aynı hastanenin Sağlık Kurulu Nisan 2011 tarihinde sürekli hastalıktan rapor verdi. Ancak Adli Tıp, Ağustos 2011 tarihinde verdiği raporda gözlerimin durumunu değerlendirmeye almamış, diğer sağlık sorunlarım için de cezaevinde tedavi görebilir raporunu vermiş. Nisan 2012’de tekrardan aynı nedenle savcılığa başvurdum. 29 Haziran 2012 tarihinde yine aynı hastanenin sağlık kurulu tarafından verilen raporda tüm vücut fonksiyon kaybı %92 olarak belirlendi. Bu raporla birlikte 16 Temmuz 2012’de Adli Tıp’a çıktım. Şu an dosyam orda.

(37 yaşında kadın mahpus, görme engelli ve meme kanseri. Rahatsızlığı nedeniyle tahliye edildikten sonra yeniden hüküm giymiş, toplam 11,5 yıldır cezaevinde)

 

Yukarıda, hem cezaevinde hayatını kaybetmiş mahpusların mektupları ve onlar hakkında çıkan haberler, hem de bizim sorularımıza mahpuslardan gelen cevaplar, ceza erteleme hakkının kullanımı konusunda hem yasal mevzuatta hem de İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) uygulamalarında çok sayıda, çok çeşitli sıkıntılar olduğunu ortaya seriyor. Bunlar ne yazık ki can kaybına sebebiyet veren, ya da zaten ölecek olan hastaların son günlerini dahi cezaevinde geçirmelerine neden olan aksamalar ve derhal giderilmeleri gerekiyor.

Görüyoruz ki, hasta veya engelli oldukları, cezaevinde tedavi olmaları ya da iyileşmeleri mümkün olmadığı, kendi kendilerine bakacak durumda olmadıkları için tahliye olması gereken insanların bu haklarını kullanmasının önündeki engellerden biri, yasaya göre bu tahliye hakkından faydalanmak için insanın hakkında kesinleşmiş hüküm olması gerekmesidir. Türkiye gibi tutuklu yargılamanın bazen yıllarca sürdüğü, hüküm verildikten sonra temyize gidilirse hükmün Yargıtay tarafından bozulması / onaylanması için yine çok uzun zamanın geçtiği bir ülkede, hakkında kesinleşmiş hüküm bulunmayanların ceza ertelemeden yararlanamaması hayâtî önemde ihlallere neden oluyor. Bu düzenleme değiştirilerek, ceza ertelemeden, hastalık veya sakatlığa bağlı tahliyeden ve Cumhurbaşkanı affından faydalanmak için kesinleşmiş hüküm olması şartı kaldırılmalıdır. Ayrıca, tutukluluğun bir tedbir olduğu ve uzun sürmesinin her durumda kişi hak ve özgürlüklerinin ihlali olduğu unutulmamalıdır: tutuklu yargılama, kişinin yargılanırken yeniden suç işlemesini delil karartmasını, tanıkları tehdit etmesini vb engellemek için konulan bir tedbir ise, ağır hasta veya engelli bir insanın bunları yapmasının zaten imkansıza yakın olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bu tür tehditler oluşturmayan, ama bir yandan da cezaevine konduğunda kendi hayatı tehlike altına giren bir insanın tutuklu yargılanması en baştan düşünülmemeli, mahkemeler bu konuda daha dikkatli davranmalıdır.

Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alma sürecinin uzun sürmesi de telafisi olmayan kayıplara neden oluyor. Bu konuda yapılabilecek basit bir değişiklik, Adli Tıp Kurumu’nun iş yükünü azaltmaktır: devletin yetki verebileceği başka hastaneler de bir insanın sağlık durumunu değerlendirip, cezaevinde tedavisinin mümkün olup olmadığına karar verebilir. Mesela bir insanın ne kadar engelli olduğunu belirlemek konusunda yetkilendirilmiş pek çok devlet hastanesi vardır. Bu hastaneler hasta ve/veya engelli mahpusların durumunu da değerlendirebilirler. Devlet hastanelerinden alınan sağlık kurulu raporları Adli Tıp Kurumu onayı aranmadan kabul edilebilir. Türkiye’nin her tarafından hasta mahpusların durumlarını belgelemek için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na götürülmesi gereksiz bir katı uygulamadır. Bu konuda esneklik tanınması, hasta mahpuslara ring araçlarıyla şehirlerarası yolculuk yaptırılması gibi başka külfetleri de ortadan kaldıracaktır.

Ceza erteleme konusunda hazırlanan yeni yasal düzenleme, hastalık ya da sakatlıktan dolayı kendine bakamayacak durumda olanların cezaevinden tahliyesini öngörüyor. Bu durumda, “hapis cezasının infazı hastanın hayatı için kesin tehlike teşkil ediyor” olmasa bile, örneğin kişi ilerlemeyen ama iyileşmeyen, felç gibi bir durumdaysa da, cezaevinden tahliye edilmeli. Bu olumlu bir düzenleme olmakla beraber, halihazırdaki durumda yine Adli Tıp Kurumu’ndan onay alma meselesine takılacaktır. Adli Tıp Kurumu da, başka konulardaki kararlarının yanı sıra hapisteki hastalarla ilgili uygulamalarından dolayı tekrar tekrar eleştiri konusu olmakta ve yıpranmaktadır.

Burada, ceza ertelemenin af olmadığını da belirtmek istiyoruz. Bu kamuoyunun da doğru bilgilendirilmesi gereken bir konudur. Söz konusu olan, bir insanın cezasının hastalık veya engellilik halinden dolayı kaldırmak değildir. Ceza ertelemek, hapis cezasına çarptırılmış insanların sağlığını korumayı amaçlar, hapisteki ağır hastalar tedavi olmak amacıyla cezaevinden çıkartılır, iyileşince tekrar cezaevine girerek kalan cezalarını çekerler. Çünkü bu insanların aldıkları ceza belli bir süre özgürlüklerinden mahrum olmaktır, cezaevinde tedavi olamayarak ölmek gibi bir ceza olamaz.

Genel olarak, ister hafif ister ağır tüm hastalık durumlarında hem cezaevi idarelerinin hem hastanelerin ve savcıların her zaman hızlı hareket etmesi gerekiyor. Herkesin topu başkalarına ve yasalara, düzenlemelere, “araç yoktu – doktor yoktu – dosya kayboldu” gibi sınırlılıklara atması, sonucu ve sorumluluğu değiştirmiyor: bu insanlar göz göre göre cezaevinde ölüyorlar.

Bu dosyada ortaya koyduğumuz durumun ve çözüm önerilerinin dikkate alınacağını ve tüm hasta mahpusların durumlarının düzeltilmesine katkısı olacağını umut ediyoruz.

Kaynaklar

 

 

http://hapistesaglik.wordpress.com/hapisteki-hastalardan-mektuplar/

http://hapistesaglik.wordpress.com/2012/10/27/383/ (Adalet Bakanlığı tarafından MAZLUMDER’in sorusuna verilen cevap: cezaevlerinde 348 kişi ağır hasta)

http://www.imc-tv.com/haber-olumumle-gundeminize-gelmeden-1342.html#ixzz291wg7I64, 19 Aralık 2011 (Çölyak hastası Nesimi Kalkan’ın mektubu)

http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=4&ved=0CDYQFjAD&url=http%3A%2F%2Fwww.bianet.org%2Ffiles%2Fdoc_files%2F000%2F000%2F295%2Foriginal%2Fgulay-cetinin-mektubu.doc&ei=gMCiULDbItPT4QS0_IGQDw&usg=AFQjCNHG8V5oolCUp5Xb-djWXMa7qVW65A (Cezaevinde ölen Gülay Çetin’in mektupları)

taylancintayahayat.wordpress.com (hasta mahpus Taylan Çintay hakkında site)

http://www.imc-tv.com/haber-dokuz-yilda-1621-mahpus-hayatini-kaybetti-4042.html#ixzz25dPsXjZN (Adalet Bakanı’nın cezaevinde kaç kişinin öldüğüne dair açıklaması)

Öztek, Zafer (ed.) Ceza İnfaz Sisteminde Sağlık Hizmetleri El Kitabı, T.C. Adalet Bakanlığı yayını, Ankara, 2012.

Türk Tabipler Birliği, Türk Tabipler Birliği Cezaevindeki Hastalar İçin Kanser Danışma Kurulu Raporu, İstanbul, 2010.

Yılmaz, Aytekin, “Eski Mahpusların Topluma Yeniden Katılımı”, mahsus mahal, sonbahar 2011, sayı:17, s. 6-7)

 

 


Ek 1:

 

Hapiste Sağlık Girişimi’nin Cezaevindeki Hastalara Gönderdiği Mektup (Sorular)

 

Merhaba,

Bu mektubu size, İnsan Hakları Derneği’nin hazırladığı rapordan hapishanede bulunduğunuzu ve hasta olduğunuzu öğrendiğim için yazıyoruz. Öncelikle geçmiş olsun.

Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum (CİSST) Derneği olarak, cezaevlerinde yaşanan her türlü sorunla ilgilenmeye çalışan bağımsız bir derneğiz. İstanbul Tabip Odası ile birlikte, cezaevlerindeki hastaların durumlarını kendilerinden dinlemek istiyoruz. Sorunu doktorlarla, hasta yakınları ve cezaevi çalışanlarıyla da ayrıca tartışarak hastaların daha insanca şartlar altında, daha iyi tedavi edilmelerini sağlayacak çözüm önerileri oluşturmaya çalışıyoruz. Ortaya çıkacak önerileri kamuoyuyla paylaşarak meseleyi takip edeceğiz. Bunun için, çeşitli nedenlerden dolayı cezaevinde bulunan ve farklı hastalıkları olan sizin gibi insanların görüşünü almak istiyoruz, çünkü bu meselenin en önemli tarafı sizsiniz ve sizin sağlığınız. Cezaevinde hasta olmak sizin yaşadığınız bir durum, bunu sizden iyi kimse bilemez.

Aşağıdaki soruları cevaplayabilirseniz çalışmamıza çok büyük katkı sağlamış olacaksınız. Elbette hiçbir soruyu cevaplamak zorunda değilsiniz, bu sizden yalnızca bir ricadır. Amacımız cezaevindeki hastaların durumu konusunda insanlara bilgi vermek ve konuyu gündeme getirmek olduğu için, vereceğiniz cevapları kitap olarak, internetten veya medyadan yayınlamak istiyoruz. Ancak sizin verdiğiniz bilgileri yayınlarken isminizi kullanmayacağız (eğer siz, adınızı vermemizi isterseniz, adınızı belirterek yazarız). Durumunuzu ve taleplerinizi kendi hissettiğiniz ve yaşadığınız gibi, içinizden geldiği şekilde yazmanız bizim için çok değerlidir. Eklemek istediğiniz her türlü şeyi ekleyebilirsiniz.

Sorularınız, görüşleriniz için adresimiz:

CEZA İNFAZ SİSTEMİNDE SİVİL TOPLUM DERNEĞİ

Kamerhatun Mahallesi, Hamalbaşı Caddesi, Üstündağ iş Merkezi No: 14 / 123 Galatasaray, Beyoğlu – İstanbul

Çok teşekkür ederiz,

Zafer Kıraç, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneğ Başkanı

Mustafa Eren, Zeynep Alpar (Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği)

Prof. Dr. M. Taner Gören, İstanbul Tabip Odası Başkanı

Dr. Ali Özyurt, Dr. Ali Çerkezoğlu (İstanbul Tabip Odası)

SORULAR

  1. Bize kendinizi anlatır mısınız?

(Kendinizi istediğiniz gibi tanıtabilirsiniz, isterseniz yaşınızı, işinizi, cezaevine girmeden önce nerede, nasıl yaşadığınızı, ailenizi, neleri sevdiğinizi, umutlarınızı, hayallerinizi yazabilirsiniz.)

  1. Ne zamandır cezaevindesiniz? Eğer ceza aldıysanız cezanız ne kadar, almadıysanız kaç yıl ceza ile yargılanıyorsunuz?
  1. Rahatsızlığınız nedir? Bugünlerde kendinizi nasıl hissediyorsunuz, sağlığınız nasıl?
  1. Hasta olduğunuzu ne zaman, nasıl öğrendiniz?
  1. Cezaevinde revire çıkmakta, doktorla görüşmekte sıkıntınız oldu mu?
  1. Hastaneye nasıl götürülüyorsunuz? Bu konuda bir sıkıntınız var mı? Örnek verebilir misiniz?
  1. Hasta olduktan sonra cezaevi hayatı sizin için nasıl oldu? Örnek verebilir misiniz?
  1. Cezaevinde olduğunuz için hastalığınızın teşhis ve tedavisinde herhangi bir aksama oldu mu? (Dışarıda olsaydım bunlar başka türlü olurdu diyeceğiniz konular var mı?)
  1. Doktor, hemşire gibi sağlık çalışanlarından, diğer görevlilerden olumsuz bir tavırla karşılaştınız mı?
  1. Hasta haklarını biliyor musunuz? Haklarınızı kullanabiliyor musunuz?
  1. Hastalığınız konusunda size nasıl bilgi veriliyor? Bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi anlatır mısınız?
  1. Adalet Bakanlığı, Türkiye’nin her yerindeki, durumu ciddi olan hastaların İstanbul Metris Cezaevi’nde yeni kurulan “hastane cezaevi”ne nakletmeyi ve burada tedavi edilmelerini düşünüyor. Bu konuda siz ne dersiniz? Hastane cezaevinde tedavi olmak ister misiniz? Neden?
  1. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16.maddesi ‘Hapis Cezasının İnfazının Hastalık Nedeni ile Ertelenmesi’ başlığını taşır. Bu maddenin 2. fıkrası ve Hapis Cezasının Ertelenmesi Hakkında Genelge’ye göre; “Diğer hastalıklarda (kanser hastaları gibi) cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.” Bu düzenlemeden yaralanabilmek için bir geri bırakma kararı gerekmektedir. Bu karar, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Anılan düzenlemeden açıkça anlaşıldığı üzere, geri bırakma kararına ilişkin olarak sorumluluk Adli Tıp Kurumundadır. Kurumun raporu sonucu, hükümlünün infazının ertelenmesine veya ertelenmemesine karar verilecektir.

Bu yasa maddesinden haberiniz var mıydı? Bu konuda bir başvuruda bulundunuz mu, bulunduysanız sonuç ne oldu?

  1. Sizce hasta mahpuslar için neler yapılabilir? Devlet ve hapishane idareleri neler yapabilir? Sivil toplum kuruluşları ne yapmalı?
  1. Bunların dışında söylemek istediğiniz şeyler varsa lütfen yazın.

 

Paylaş