“Ben 2 yıl hiçbir şey yiyemedim, uyuyamadım. Hastaneye sevkim yapılmadı. Mide kanseri olmuşum. Son evreye gelmişim. Gardiyanlar bana “ neden yemek yemiyorsun, isyan mı ediyorsun” diyerek tepki gösteriyorlardı. Ben ise her şeyi simsiyah-çamur gibi fışkırır tarzda kusuyordum. Günlerce gecelerce kıvrandım, süründüm, ağladım, ölmek istedim. Gastroloji doktoru beni kelepçeyle görünce “ sizin hiçbir şeyiniz yok, her şey beyninizde” diyerek beni gönderdi. Görevliler ceza aldığım için hasta olduğumu düşünüyorlardı. Endoskopiye 3 aya gün verdiler. 3 ay dolunca araç-asker yok denilerek götürülmedim. 6 ay sonra gidince yanlışlıkla safra kesemi aldılar. Şuan yeniden o günleri anımsıyorum ve çıldırıyorum. Ben adli mahkum olduğumdan siyasi tutsaklar kadar sesim çıkmıyor, her yeni güne umutla uyanıyorum. 27 Nisan 2009 da tüm midemi, sol yumurtalığımı aldılar. İçimde organ kalmadı.”
YÜREKLİ DOST KEZİBAN YILMAZ HANIMEFENDİ; 06.02.2011
“ Gönül , Tadamazsan Dostluğun Tadını,
Ne Manaya Dokun, Ne Dili İncit…
Varıp Bulamadınsa Bağda Bağdanı,
Ne Dikene Dokun, Ne Gülü İncit…”
(Uçmak istiyorum özgürce…) Duyarlı, sahici, zarif mektubunuzu 04 Şubat 2011 Cuma günü aldım. Ne kadar beni mutlu ettiniz. Hala kendime gelemedim. Mektubunuz benim için, bilseniz ne kadar değerli, umut dolu, sıcak… Bana el uzattınız. Değerli vaktinizi bana ayırdınız. Benim çığlığım derin kuyularda kaybolmadı, bana ses verdiniz. Size sonsuz derece de minnettarım, müteşekkirim.
Hafta sonu mektubunuzla uyudum. Umudun rengi “mavi” için de, mavi renkli kağıda duygularımı aktarıyorum. İçimde kanayan volkanı bilmem yansıtabilir miyim? Sanki içimden geçenleri siz duyuyorsunuz. Çıkmasam da artık gam yemem. Siz bana bu süreçte destek oldunuz ya… İçimden binlerce kelebekler, kuşlar uçuşuyor.
Size ömrüm oldukça yazacağım. Ne olur yazım hataları, cümle bozuklukları için kusuruma bakmayın. Nefes almadan yazıyorum adeta…
Beni anladınız ya .. Çok huzurluyum… Keziban hanım, ben 16.05.1964 doğumluyum. Antalya / Kaş’ lıyım. Babam uzman jandarma olduğundan çocukluğum Hakkari, Erzurum, Siverek, Kayseri ve Denizli’ de geçti. Son derece başarılı bir öğrenciydim. Türkiye birinciliğim vardı. 1991 yılında Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İliş. Bölümünü bitirdim. Kadın ve çocuk işçiler konusunda master yaptım. Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ nda 1993 yılında müfettiş olarak göreve başladım. Tayinim Antalya’ ya çıktı. 13 yıl son derece başarılı bir şekilde işimi yaptım, raporlarım Yargıtay 9. Hukuk dairesinde içtihat haline geliyordu. Bana ne yazık ki taşıma ruhsatlı silah verdiler görevim gereği. Ama silahı görünce ilk anda “ eyvah dedim, bu tabanca başıma iş açacak” . Olaydan 10 yıl önce bu duyguyu derin olarak hissettim, o an yüreğim yandı. Hiç elimi sürmedim.
Ben yapı olarak, son derece merhametli, yumuşak huylu, iyi kalpli, kimseye kötülüğü olmayan ve kariyerimi, işimi iyi yapabilmenin çabasındaki bir hanımdım. Evlenmek kısmet olmadı. Evimle işim arasında çalışırdım. Denetlediğim maktul beni 3 yıl rahatsız etti. Onun saplantılı duygusal taleplerinden bıkmıştım. Hep taciz ediyordu. Bu rahatsızlığımı ne aileme ne de iş arkadaşlarıma anlatabildim. Beni bir hanım olarak sanırım daha iyi anlarsınız. Erkek egemen bir iş hayatım vardı. Üstadlarım bana hep evimde oturmamı, kadınların müfettişlik yapamayacağını sürekli söylerlerdi ve negatif ayırımcılık yaparlardı. Psikolojik mobbinge maruz kalırdım. Bu nedenle onları haklı çıkarmamak için işverenin tacizini onlarla paylaşmadım. Kendim mücadele etmeye çalıştım. Olmadı, evime geldi. Ben de kafasına 6 el ateş ettim. Asla pişmanlığım yok. Ancak Çinlilerin bir atasözü var. “Birini öldürünce, iki kişilik mezar kazmak gerekiyormuş. Biri onun için, biri kendin için” Ben hiç hiç kimseyi, canlıyı incitemem. Kriminal bir vaka değilim. Ama, kadınlık, ırzım, namusum, şerefim, onurum için yolun bittiği yere gelmiştim. Hep içim acıyor, hala travma yaşıyorum. Ama kendim için anacığım, babacığım için dayanmalıyım. Buradan tabutla tahliye olmak istemiyorum.
Rahmetli nur içinde yatsın. Güler Zere, benim için ışık oldu, umut oldu, simge oldu.
Antalya E Tipi Cezaevinde 1 yıl yattım. Son derece olumsuz koşullar vardı. Tuvaletin karşısında yemek yeniyordu. Kendimi boşlukta hissediyordum. Zaman – mekan kavramını yitirmiştim. Olayları anlamlandıramıyordum.
Şimdi radyoda “ Mihriban” çalıyor. Ahh Ahh … yüreğim sökülüyor. Yüreğim paslanmıyor, gözlerim hep bulutlu, hep nemli… “ Ayrılıktan zor beklemek ölümü” diyor… Sahiden öyle… Sanırım siz benden küçüksünüz. Sanki sizi yıllardır tanıyor gibiyim. İnsanlara pek içimi açamam. Hep diplomatik davranmaktan sanırım, meslek alışkanlığı, kendimi hep güçlü göstermek zorundaydım. Oysa son derece kırılgan , naif bir yapıya sahibim. Siz içinizden gelmese bana yazmazdınız. Gerçekten “ İnsan” Hakları Derneği çalışanısınız. Sahiden İnsansınız!!! Bunun özlemini öyle derinden hissediyorum ki.
Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesi 19 Eylül 2008 de 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldım. Zaten beklediğim bir cezaydı. Yargıtay 1. Ceza Dairesi usulden bozdu. Yeniden 19 Ocak 2010 da 15 yıl cezayı aldım. Hükmüm henüz onaylanmadı. Hiçbir şey yapamıyorum. Anayasanın 104. maddesin( 114. madde de olabilir) den de hükümlü olmadığım için yararlanamıyorum. Benim ailemde kanser hastalığı yok. Ben 2 yıl hiçbir şey yiyemedim, uyuyamadım. Vücut direncim düştü. Kurum doktoru bana hep antiasit ( famodin vb.) ilaçlar verdi. Hastaneye sevkim yapılmadı. Mide kanseri olmuşum. Son evreye gelmişim. Gardiyanlar bana “ neden yemek yemiyorsun, isyan mı ediyorsun” diyerek tepki gösteriyorlardı. Ben ise her şeyi simsiyah-çamur gibi fışkırır tarzda kusuyordum. Günlerce gecelerce kıvrandım, süründüm, ağladım, ölmek istedim. Zorlukla Antalya Devlet Hastanesine gösterdiler. Gastroloji doktoru beni kelepçeyle görünce “ sizin hiçbir şeyiniz yok, her şey beyninizde” diyerek beni gönderdi. Ne yazık ki önyargılı baktı. Önyargıyı kırmak, atomu parçalamaktan zormuş. 1-2 sonra yalvardım, sabahlara kadar ağladım. Zaten mecalim, dermanım yoktu. Hep iki büklüm kıvranıyordum. Görevliler ceza aldığım için hasta olduğumu düşünüyorlardı. Endoskopiye 3 aya gün verdiler. 3 ay dolunca araç-asker yok denilerek götürülmedim. 6 ay sonra gidince yanlışlıkla safra kesemi aldılar. Şikayetlerim geçmedi. Şuan yeniden o günleri anımsıyorum ve çıldırıyorum. Ailem kendi halinde insanlar. Sağ olsunlar ilgi-alakalarını eksik etmiyorlar. Ne yazık ki daha fazlası ellerinden gelmiyor. Ben adli mahkum olduğumdan siyasi tutsaklar kadar sesim çıkmıyor, her yeni güne umutla uyanıyorum. 27 Nisan 2009 da tüm midemi, sol yumurtalığımı aldılar. İçimde organ kalmadı. Devlet hastanesi kötü hücreleri temizledik dedi. Midemde 8 cm tümör varmış. 75 kg dan 55 kg’ a düştüm. 3-4 ay sonra Akdeniz Üniversitesi Hastanesine yatırdılar. Onkolog doktor “ 2 ay ömrünüz kalmış” dedi. Hala o sözdeyim. Her hafta kemoterapi aldım. 1 yıl özel mamayla beslendim. Tüm saçlarım, kaşım, kirpiğim döküldü. Bağışıklık sistemim çöktü. Adli yargılama süreci çok uzun. Avrupa İnsan Hakları Mah. Başvurdum. Hastalığım çok ilerledi. Tüm iç organlara yoğun metastaz yapmış. Canıma yetti bu zulüm. Şimdi de sağ yumurtalıkta 6 cm tümör var. Beni ameliyat edemiyorlar. 2 ay hastaneye götürmediler. Revirdeki görevli “ patoloji sonucu bekleniyor” diye müdüre not yazmış. Bu yanıltıcı bir bilgi. Zira bana MR çektiler. Biyopsi almadılar ki. Yemek almadım. Açlık grevine gittim. Şimdi 11 şubatta PET filmi çekilecek. 15 Şubatta doktor bakacak. Ne yazık ki mahkum olduğumdan hep değişik genç asistanlar bana bakıyor. Hocalar bana (kağıdım bitti) bakmıyorlar. Hocaların bakması daha iyi olacak. Asistanların elinde deneme vakası oldum. İçim acıyor, yüreğim dağlanıyor, 4 yıldır güneşin doğuşunu-batışını göremedim. Sürekli odamdayım. Bana mahkeme izniyle bazı sebzeler geliyor. Koğuşta 20 kişiyiz. Koğuştakiler benim bu halde 2 katlı koğuşu temizlememi, nöbet tutmamı istiyorlar, doktor raporunu kabul etmeyiz diyorlar. Şeker hastasını listeye yazmadılar, beni yazdılar. Benim mevcut durumum, hayati tehlike arz etmektedir. “ cezaevinde yaşayamaz” diye raporum var. Kemoterapi sayesinde 1 yıldır yaşıyorsun diyor doktorlar. Odamda ki mahkum, giysilerimi onun giymesine izin vermedim diye ben hastaneye gittiğim gün jiletle paramparça etmiş. Bir de bu tip olaylarla uğraşıyorum. Beni maddi açıdan istismar ediyorlar. 3 gün 6 adet tabağımı yıkadılar, 20 milyon TL ( 20 TL) paramı aldılar. Zorlukla kendi işimi kendim yapıyorum. Bizim adımıza internette site açabilir, medyanın, basının gücü çok fazla… Toplumsal duyarlılığın anlatılması lazım. Bugün Cumartesi Annelerini Başbakan kabul etti. Pınar Selek için platform oluşturuldu. Süreç çok ağır ve sancılı. Kelebekler gibi kanatlarımı çırpmak istiyorum. Cezam uzun olduğundan , infazın ertelenmesinden de yararlanamadım. Ergenekoncular , sağlık sebebiyle çıkıyorlar. Hastalığım çok ilerledi. Psiko-sosyal desteğe ihtiyacım var. Beni yanlış anlamayınız. Hastalığımı istismar etmiyorum. Sadece hastalıklı bir bedene sahibim. Cezamın infazını yerine getiremem. Ne olur beni bırakmayınız. Sizlere elimdeki raporları göndereceğim. Ablam daha çok yardımcı olabilir. Dosyam üniversitede. O alabilir. Sizlere daha çok yazacağım. Teşekkürlerimle sevgiler, saygılar..
Gülay ÇETİN
Sahifeyi gece yazıyorum. Ben kimseden merhamet, af dilemiyorum. Adalet ve vicdan terazisi acaba eşit tartıyor mu? Ben günden güne ölüme gidiyorum. Ölüm-kalım savaşı veriyorum. Bu yasalar uygulanmayacaksa nende yapıldı? 22 aralık 2006 dan beri cezaevindeyim. Türkiye hapishaneleri yeni bir ölümün eşiğinde… Türkiye İnsan Haklarının korunmasına ve mahkumların haklarına ilişkin uluslar arası tüm sözleşmeleri imzalamış olmasına karşın hak ihlalleri ve ölümler sürüyor. Bağımsız İnsan Hakları örgütlerinin tespitlerine göre, sadece 2000-2009 yılları arasında kapatma mekanlarında 306 kişinin öldüğü sistemin yeni hedefi ben olmak istemiyorum. Ben gerek hastalığımın geç teşhis edilmesi gerekse teşhis edilen hastalığımın tedavisinin “ tedavi sırası” ve “ mahkum koğuşunda yer bulunmaması” gerekçeleriyle başlatılmamamsı nedeniyle bugün ölümün kıyısına gelmiş durumdayım. “ Hükmedilen sürede özgürlükten yoksun bırakılmaktan ibaret” olan “cezaya ilişkin olan elem ve kederin etkisinin arttırılması “ açık bir kötü muamele olarak kabul edilmelidir. Keza kötü muamele için bir tutukluya zara vermek niyeti taşımak gerekmez; hizmet sunumunda “ tümden yetersizlik ya da bir dizi bireysel olay “ sonucu kayıtsızlık da aynı sonuca yol açabilir. Tedavi olanaklarının sağlanmasındaki başarısızlık/kayıtsızlık bu kapsamda değerlendirilmelidir. Nitekim tedavi süresi boyunca infaz idaresi tarafından sergilenen kayıtsızlık, sağlık tablosu açısından geri dönülmez bir noktaya gelinmesine neden olmuştur. Bu durumda İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 2. maddesi ile güvence altına alınan “ Yaşama hakkı” 3. maddesi ile güvence altına alınan kişilerce ve fena muamele yasağının açık şekilde ihlal edildiği anlaşılmaktadır.
(Kağıdım tükendiğinden ve hala yazmak istediğimden, sayfa sırası çok karıştı. Şimdiden kusuruma bakmayınız. Anlayışınıza sığınıyorum.)
5275 sayılı Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanun’ un 16. maddesi uyarınca cezanın amacı dışında etki yaratabileceği anlaşılan hallerde infazın geri bırakılacağı düzenlenmiştir. Maddenin 2. fıkrası uyarınca tıbben tedavisine olanak bulunmayan veya tedavisi uzun sürebilecek bir takım hastalıklar halinde cezanın hastane mahkum koğuşunda infazında hastalanan hayatı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezanın infazı geri bırakılacaktır. Benim tutulduğum hastalığın türü, tedavisi süresinde yaşanılan olumsuzluklar birlikte değerlendirildiğinde, durumun bu kapsamda değerlendirilmesi zorunludur. Ancak, bu zorunluluğa karşın bugüne kadar bu yönde yapılan başvurulardan herhangi bir sonuç elde edilememiştir.
Ben açık yasa hükümleri dikkate alınarak derhal serbest bırakılmamı talep ediyorum. Aksi tutum ve uygulamalarının yeni bir ölüme neden olacağı unutulmamalıdır. Kamuoyunu bu ölüme izin vermemeye çağırıyorum. Uluslar arası af örgütü devreye girdi. İranlı Sakine Aştiya ‘ nın recm cazası kaldırıldı. Sınır tanımayan doktorlar örgütü beni muayene etsin. Katı kurallar kaldırılsın. Zira hastalık hızla ilerliyor. Köşe yazarları , TV yorumcuları olaya el atsın. Antalya’ da beni ziyaret etsinler. Hiç olmazsa evime gideyim. Son kez sobanın yanında uyuyayım. Sizlerden istirham ediyorum. Sevgiyle kalınız. Çok yoruldum.
Gülay ÇETİN
http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=4&ved=0CDYQFjAD&url=http%3A%2F%2Fwww.bianet.org%2Ffiles%2Fdoc_files%2F000%2F000%2F295%2Foriginal%2Fgulay-cetinin-mektubu.doc&ei=gMCiULDbItPT4QS0_IGQDw&usg=AFQjCNHG8V5oolCUp5Xb-djWXMa7qVW65A
Bir cevap yazın